Tag Archives: psikanaliz

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2022 kitapçılarda!

Değerli Okurlarımız, öncelikle ülkemizde yakın zamanda yaşanan depremler nedeniyle yakınlarını kaybedenlere başsağlığı, yaralananlara geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

“Travma” başlığını taşıyan 14. sayımız İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları “Psike İstanbul Psikanaliz Kitaplığı” içerisinde yayımlandı. UPY 2022 seçkisi, “toplumsal acı/toplumsalın acısı” konusuna odaklanan önceki sayıyla süreklilik içinde tasarlandı.

Seçki, “travma” kavramını kuramsal ve klinik yönleriyle inceleyen makalelerin yanı sıra pandemi sürecinde değişen psikanaliz çerçevesinin aktarım-karşıaktarım dinamikleri üzerindeki etkisini çocuk, ergen ve yetişkin vaka örnekleri üzerinden tartışan çağdaş yazıları içeriyor. Seçkide ayrıca T. H. Ogden, G. Civitarese ve C. Chabert gibi çağdaş psikanalistlerin sırasıyla D. W. Winnicott, W. H. Bion ve D. Anzieu gibi usta psikanalistlerin seçili makaleleri üzerine yeniden okumaları da yer alıyor.

ULUSLARARASI PSİKANALİZ YILLIĞI 2022: TRAVMA

İÇİNDEKİLER

✪ Sunuş MELİS TANIK SİVRİ

✪ Travmanın Psikanalizde Kavramlaştırılmasına Giriş HEINZ WEISS

✪ Freud’un Yapıtının Bütününde Travma Yaratıcı Unsur ve Après-Coup Çalışması BERNARD CHERVET

✪ Winnicott’ un Travma Kavramı JAN ABRAM

✪ Travma, Süreç ve Temsil HOWARD B. LEVINE

✪ Boş Divan: Kapanma Günlerinde Aşk ve Yas ROSINE JOZEF PERELBERG

✪ Oyun ve Sanal Gerçeklik: COVID-19 Pandemisinde Çocuklarla ve Ergenlerle Teleanaliz MONICA BOMBA, JULIA-FLORE ALIBERT, JOHANNA VELT

✪ Canlı Ne Anlama Gelir: Winnicott’un “Geçiş Nesneleri ve Geçiş Görüngüleri” Üzerine THOMAS H. OGDEN

✪ Yorumun Sınırları. Bion’un “Kibir Üzerine” Makalesinin Bir Okuması GIUSEPPE CIVITARESE

✪ Didier Anzieu: Psikanaliz, Hâlâ! CATHERINE CHABERT

Yorum bırakın

Filed under IJP Yıllık, Yıllık 2022

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2021


Uluslararası Psikanaliz Yıllığının 13. sayısıyla okurlarımızla tekrar buluşmaktan dolayı mutluyuz. Bu sayının ana temasını “Toplumsal Acı/Toplumsalın Acısı” olarak belirledik.
            Geçen sayının son hazırlıkları COVID-19 salgınının başlangıç dönemine denk gelmişti. Bu sayı da salgının hız kesmeden devam ettiği zorlu bir dönemde yayına hazırlandı. Aşılamanın başlaması ve yaygınlaşması umut verici olsa da birbiri ardına yaşanan kayıplar, kayıp ve ölüm tehdidinin yarattığı kaygı, korku, şaşkınlık ve inkâr gibi çeşitli duygular kolektif ruhsallığa damgasını vurdu. Kapanma ve kısıtlamalarla birlikte dünya genelinde etnik azınlık gruplarına, göçmenler, mülteciler, evsizler, LGBTİ+ bireyler gibi ötekileştirilen gruplara yönelik şiddet arttı. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi raporuna göre, küresel olarak 15 ile 49 yaşları arasındaki 200 milyonu aşkın kadın ve kız çocuğu ev içi şiddete maruz kaldı (Ararat, Bayazıt, Başbay, Alkan, 2021). Türk Tabipler Birliği, doktorların ve sağlık çalışanlarının hasta ve hasta yakınları tarafından şiddete uğramaları da dahil olmak üzere içinde bulundukları zor koşulları sarsıcı bir sosyal medya etiketiyle ifade etti: #ölüyoruz. Doğayı ve doğadaki tüm canlıları etkileyen insan eliyle yaratılan şiddet ve felaket, son olarak da kıyıları müsilajla kaplanan Marmara Denizini vurdu. Yukarıda belirtilen dış gerçeklikteki travma nitelikli tüm bu deneyimler ve bunların tetiklediği toplumsal acı, seans odasına farklı şekillerde nüfuz ederek çeşitli aktarım-karşıaktarım düzenlenişlerini ortaya çıkartıyor. Peki ama “toplumsal” olanın, “toplumsal acı” ya da “toplumsalın acısı” kavramlarının psikanaliz kuramındaki yeri nedir; bu kavramlar psikanalitik olarak nasıl tanımlanır? Yıllığın açılış bölümünde yer alan yazılar işte bu sorulara yanıt arıyor.
            Yıllık’ta yer alan ilk yazı, Mayıs 2021’de kaybettiğimiz The International Journal of Psychoanalysis’in  (IJP) Avrupa editörü Jorge Canestri’ye ait. Canestri, “Gampel ve Puget’nin Çalışmalarına Giriş” başlıklı metninde, Yolanda Gampel’in “El dolor de lo social” (“Toplumsalın Acısı”) ve Janine Puget’nin “Qué difícil es pensar uncertidumbre y perplejidad” (“Belirsizliği ve Şaşkınlığı Düşünmek Ne Denli Zor”) başlıklı makalelerini güncel bir bağlam içine oturtuyor. Canestri 2002 tarihli bu iki makalenin IJP’de yayımlanma serüvenini ve bugün neden önemli olduklarını anlatıyor. Gampel ve Puget bu iki metinde psikanaliz kuramında eksik olduğunu düşündükleri bir noktayı irdelerler: “Toplumsal”, “toplumsal öznellik”, “toplumsal acı” ve “toplumsalın acısı” kavramları nasıl tanımlanmalıdır? Canestri, kolektif travmalara güçlü bir psikanalitik bakış getiren Gampel ve Puget’nin çalışmalarını birlikte ele alarak ve görüşlerini anlaşılır bir dille özetleyerek okurun bütünlüklü bir bakış açısı edinmesini kolaylaştırıyor. Psikanaliz alanında önemli katkıları olan Jorge Canestri’yi saygıyla anıyoruz.
            Okurların  uzun yıllardır İstanbul Psikanaliz Derneği’yle bağlantısı üzerinden travma alanındaki katkılarına aşina olabileceği Yolanda Gampel, “Toplumsalın Acısı” adlı makalesinde, “toplumsalın acısını” “bir kolektif olarak insan ilişkilerinden kaynaklanan ıstırap” olarak tanımlıyor ve klinik uygulamada bu deneyimi iletebilen göstereni, Shoah’nın izleri üzerinden giderek sorguluyor. Toplum-devlet şiddetinin etkilerini ifade etmek için “radyoaktivite” terimini bir metafor olarak kullanan Gampel, bu tür şiddetin nasıl ruhsal işleyişin her alanına derinden ve fark edilmeden nüfuz ederek simgeleştirme kapasitesinde hasara yol açtığını İsrail örneği üzerinden ele alıyor. Bu tip travma nitelikli toplumsal şiddet deneyimleri yaşayan bireylerde güvenlik arka planı ile tekinsizlik arka planının etkilendiğini ve travma sonrası ruhsal sağkalım mücadelesinde bu iki arka plan arasındaki bölünmüşlüğe ihtiyaç duyulduğunu ileri sürüyor.  
          Kasım 2020’de kaybettiğimiz Janine Puget, Arjantin’de Kirli Savaş sırasında işkence görmüş kişilerle ve zorla kaybedilenlerin yakınlarıyla klinik alanda çalışmış, toplumsal travma ve grup terapisi alanlarında psikanalize önemli katkıları olan bir klinisyen ve kuramcı. Janine Puget, “Belirsizlik ve Şaşkınlık Hakkında Düşünmek Ne Denli Zor?” başlıklı makalesinde toplumsal acıyı ve toplumsal ıstırabı öznelliklerarası, öznellikiçi, öznellikötesi alanlar açısından yeniden ele alıyor. Toplumsal kavramını kolektif kavramıyla tanımlamayı öneriyor ve kolektifin birlikte olmaktan vínculo (bağ) kurmaya geçtiği zaman özneleştirici potansiyelini edindiğini ileri sürüyor. Toplumsal bir kolektife aidiyetin kişiyi belirsizlik ve öngörülemezlikten koruma yanılsaması yarattığını ve belirsizliğin, şaşkınlık olarak tezahür ettiğini iddia ediyor. Son olarak, Arjantin’de işkence görmüş, politik tehdit altında olan ya da işini kaybettiği için hayatı ve dolayısıyla geçim kaynağı tehdit altında olan hastalarla yapılan klinik çalışmalarından bahsediyor. Puget bir seans örneğiyle bu durumlarla çalışırken ortaya çıkan aktarım-karşıaktarım dinamiklerini ele alıyor. 
            Rosine Jozeph Perelberg* “Psikanaliz ve Toplumsal Şiddet: Uygarlığın Huzursuzluğu Yeniden” adlı makalesinde, toplumsal şiddeti ve toplu travma yaratan olayları anlamak için psikanalizin elindeki araçları sorguluyor. “Toplumsal” olanın psikanalitik kavramsallaştırmalarda nasıl bir yer tuttuğunu ve birey ile toplum arasındaki ilişkiyi, Freud, Gampel, Puget, Green, Winnicott ve Faimberg gibi konuya önemli katkılarda bulunan yazarların öne sürdüğü kavramlar doğrultusunda inceleyerek ve nihai olarak daha önce öne sürdüğü “katledilmiş baba”, “ölü baba” ve “ölü babanın katli” kavramlarıyla bunları şekillendirerek toplumsal şiddetin bireysel izdüşümlerini ele alıyor.
            Yıllığın ana temasını içeren açılış bölümünü pandeminin psikanaliz çerçevesinde yarattığı değişiklikler ve psikanaliz süreci üzerindeki etkilerini ele alan “Analist İş Başında” bölümü izliyor. Bildiğiniz gibi, pandeminin ortaya çıkışıyla birlikte pandemi ve psikanaliz çerçevesi üzerine hızla pek çok yazı yazıldı ve yoğun ilgi gören webinarlar düzenlendi. Bunlar, analist ve analizanın “dünyalarının örtüştüğü”, konfor alanımızdan çıkmayı gerekli kılan belirsizliklerle dolu bu süreçte bize rehberlik etti. Pandemi henüz bitmemesine rağmen ilk şok atlatıldı ve süreçte belli bir yol kat edildi. Bu sayıda bu konuya yer vermenin, yeni teknolojilerin analiz pratiğine etkilerini après-coup anlamlandırmamıza yardımcı olacağını düşünüyoruz. Bu bölümün ilk makalesi olan “J Vakası: Pandemi Sırasında Psikanalist Olarak Çalışmak”ta farklı analistlerin tartışmasına zemin hazırlamak üzere 50’li yaşlarda, anadili İngilizce olmayan ancak İngilizceyi akıcı şekilde konuşan ve bu dilde çalışan bir kadın analistin sunduğu bir vaka yer alıyor. Gizliliği korumak amacıyla analistin kimliği saklı tutuluyor. Öncelikle J vakasının tarihçesi veriliyor, ardından kapanma sürecinde gerçekleştirilen üç teleanaliz seansı sunuluyor. Vaka sunumunu Francis Grier (Britanya Psikanaliz Cemiyeti), Bernard Chervet (Paris Psikanaliz Cemiyeti), Lena Theodorou Ehrlich (Michigan Psikanaliz Enstitüsü) ve Abbot A. Bronstein’in (San Francisco Psikanaliz Merkezi) vaka üzerine tartışmalarını içeren yazıları izliyor.
            Francis Grier, klostro-agorafobik ikilemle aşırı derecede meşgul olduğunu düşündüğü J vakasının bu ikileminin, COVID-19 kapanmasının getirdiği çerçeve değişikliğiyle nasıl ortaya çıkabileceğini sorguluyor ve pandemi öncesi ve sonrası gerçekleşen seansları karşılaştırıyor. Bu vakada, dış gerçeklikteki değişime rağmen psikanaliz sürecinin devam edebilecek kadar güçlü olduğunu, bunun sadece analist ve analizanın beş yıllık sıkı analiz geçmişlerine bağlı olmadığını, seans odasına geri dönme beklentisi içinde oldukları için telefonda gerçekleşen seansları hayali birlikteliklerini simgesel olarak yeniden yaratmak için kullanmalarına bağlı olduğunu ileri sürüyor. 
            Bernard Chervet’ye göre, beş yıldır analizde olan J’nin pandemi öncesi ve sonrasını yansıtan seansları “görüşme odasındaki ile uzaktan yapılan seanslar (uzaktan analiz) arasındaki farklar üzerine olan düşünceleri paylaşmak için açıkça bir davettir. Bulaşıcı bir hastalık riski çerçeve değişikliğini dayatmıştır. Dayatılmış bağlamı göz önünde bulundurmak önemlidir. Bu sebeple, bu bağlamla ilişkili çağrışımsal söylem ikinci bir seviyede dinlemeyi gerekli kılar”. Pandemi öncesindeki iki seansta “klasik çerçevenin ve temel kuralın teşvik ettiği gerilemenin cazibesi ve buna karşı geliştirilen direnç hâkimdir”. Oysa pandemi sonrasındaki seanslar güncel travmanın etkisi altındadır ve “çocukluktan erişkinliğe uzanan gelişimsel  ilerlemeye  ilişkindir, hayalleme ve düşlemler yolu ile çocukluk veya bebeklik dönemine ait gerileyici içeriklere neredeyse hiç erişim vermezler”. Yazar sonradan etki, anılarla hatırlama, içeriksiz hatırlama ya da eylemle hatırlama, ilerleyici ve gerilemeci süreçler, çocukluk çağı ve özdeşleşimsel geçmiş, Oidipus nitelikli nesneler gibi metapsikolojik kavramları kliniğin içinden çalıştırıyor ve gösteriyor.
            Lena Theodorou Ehrlich, bu makaleyi ofiste ve telefonda gerçekleştirilen analiz seanslarındaki süreçleri karşılaştırarak incelemek için bir fırsat olarak görüyor. Analistin bu beş yıllık analizden elde ettiği geniş klinik malzemeden seçtiği kısımların bilinçdışı veya önbilinçli aktarım/karşıaktarım tezahür ve canlandırmalarının onda uyandırdığı çağrışımları temsil ettiğini varsayıyor. Telefonda buluşmanın analiz sürecini nasıl etkilemiş olabileceğini ele alırken ofisteki seans ile teleseans arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri tartışıyor. Bir analistin telefonda analiz çerçevesinden analitik fayda sağlamasında belirleyici olan etkenlerden birinin analistin çerçeveye yönelik karşıaktarımı olduğunu öne sürüyor ve analistleri şu konuda uyarıyor: “Analistin telefonda analiz çerçevesine karşı bilinçli veya bilinçdışı bir önyargısı varsa, hastalarının çerçeveye tepkilerini, ofisteki çerçevede olduğu gibi direnç ve/veya aktarım/karşıaktarım tezahürleri olarak görmeyebilir ve bu sebeple bunları anlamlandırma fırsatını kaçırabilir”.
            Abbot A. Bronstein pandemi nedeniyle J’nin teleseanslarla devam eden analizine bu yeni ortamın getirdiği değişikler açısından bakıyor. Yeni psikanalitik ortamı “Artık, üç değil iki boyutlu bir ortam kullanmak durumundaydık; hâlâ canlı ve karşılıklı etkileşimin olduğu bir ortamdı bu, ancak alışılmış işaretler yoktu ve gayet sıra dışı bazı ilaveler vardı” sözleriyle tanımlıyor. Bronstein tartışmasında, bu yeni bağlam içerisinde analistin, yorumlarının anlamlı ve yerinde olmasını sağlayan canlı bir aktarım ilişkisi bulup bulamayacağı sorusuna yanıt arıyor. Teleanalizde hastalarımızın kişisel dünyalarına farklı bir şekilde nüfuz ettiğimizi vurgulayan yazar bu yeni durumun doğurduğu olası sonuçları normalleştirerek sessizce geçiştirmek yerine bu farklılığı kabul etmemizin ve hep akılda tutmamızın önemli olduğunu belirtiyor.  J vakasından ele aldığı örnekler bu görüşünü destekliyor.
            “Analist İş Başında” bölümünden sonra, Yıllık üstbenlik konulu üç makaleyle devam ediyor. Heinz Weiss*, “Üstbenliğin Kısa Tarihi ile Birlikte Üç Makaleye Giriş” makalesinde Freud’un çalışmasında üstbenlik kavramının kökenini ve kavramın farklı psikanaliz gelenekleri tarafından daha ileri seviyede derinlemesine işlenmesini inceliyor. Ayrıca IJP’de yer alan üstbenlik üzerine üç makaleyi de tanıtıyor. Bu makalelerden “Sapkın ve Psikotik Üstbenlik” (F. de Masi) ile “Sosyolojik ve Sosyo-Psikolojik Analizlerde Üstbenlik Kavrayışları” (V. King, G. Shmid Noerr) Yıllık’ın bu sayısında da yer alıyor. Weiss’ın makalesi birçok kuramcının üstbenliği nasıl ele aldığına dair çalışmaları izleyen bir bakışa sahip. Weiss, ilk olarak kavramın kurucusu Freud’un çalışmalarını inceliyor. Freud’a göre üstbenliğin sadece ilk iç nesne olmadığını aynı zamanda  bireysel ruhsal yapı ile toplum ve toplulukları kavrayış arasındaki bağ olduğunu vurguluyor. Makalenin devamında Fenichel’in “cezalandırma ihtiyacından” bahsederek, benlik psikolojisi geleneğindeki benlik ve üstbenlik arasındaki ilişkiye değiniyor. Fransa’da René Laforgue’nin üstbenliğin sadizmi ve bu sadizmin benliği “dönüştürmek” ve hükmetmek için uyguladığı baskıyı ifade etmesi ile Melanie Klein’ın çalışmalarında üstbenliğin izlerine yer veriyor.
            Franco De Masi* “Sapkın ve Psikotik Üstbenlik” adlı makalesinde, kökeni, anlamı ve işlevi göz önüne alındığında üstbenliğin, klinik psikanaliz çalışmasında gözlemlenen patolojik çarpıtmalardan kolayca etkilendiğini tartışıyor. İlkel üstbenlik ile onun patolojik karşılığı arasında bir ayrım yapılması gerektiğini belirtiyor. Bazı klinik durumlar ilkel yönleri belirgin şekilde ön planda olan bir üstbenliği içerirken, diğer durumlarda baştan çıkarıcı, baskın veya göz korkutan yönleri ortak olsa bile ilkel üstbenlikten kaynaklanmayan psikopatolojik yapılarla karşılaşıldığını öne sürüyor.
            Vera King ve Gunzelin Schmid Noerr’nin “Sosyolojik ve Sosyo-Politik Analizlerde Üstbenlik Kavrayışlarıbaşlıklı makalesi, üstbenliğin hem psikanalitik kavrayışını hem de toplumsal oluşumlarını ele alarak üstbenlik kavramına dair tarihsel bir bakış sunuyor. Sosyoloji ve psikanaliz arasındaki ilişkiden hareketle bu makale, üstbenlik kavramı ve ona bağlı olarak otoriterliğin oluşumu ve dinamiklerini ele alıyor. Otoritercilik, uyum ve ahlâk kavramlarıyla ilgili Freud’un kültürel analizleriyle bağlantılı olarak Frankfurt Okulunun otoriter kişilik üzerine yaptığı çalışmalara yer veriliyor. Son olarak, dijital dünyada üstbenliğin dışsallaştırılmasının ve utanç duygusunun günümüzdeki tezahürleri örneklerle paylaşılıyor.
            Daha önceki sayılarda “Can Sıkıntısı Üzerine: Ruhsallığın Kapsüllenmiş Parçalarıyla Yakın Bir Karşılaşma” (2010) ile “Duraklamayı Aşmak: Hayalleme, Rüyalaştırma, Karşı-Rüyalaştırma” (2014) metinlerine yer verdiğimiz Avner Bergstein “Şiddetli Coşkular ve Yaşamın Şiddeti” başlıklı makalesinde, Bion’un düşüncesine dayanarak şiddetin, bireyin zihinsel olarak derinlemesine işleyemediği miktarda bir uyarılmanın sonucu olabileceği fikrini öne sürüyor. Coşkusal parçalar kapsayıcı bir nesnede yuva bulamadıklarında yansıtmanın ağırlaşıp yoğunlaştığı bir kısır döngü başlar. Bozulmuş bir düşünme kapasitesi, dayanılmaz bir çalkantı yaratan veya çoğu zaman isimsiz bir dehşetle sonuçlanan bir içsel işkence hali oluşturarak şiddete özgü coşkuların fiziksel ifadesine katkıda bulunur. Bergstein, kişinin coşkusal gerçekliğiyle temas halinde olma zorunluluğuyla, bu karşılaşmanın gerektirdiği aşırı acıdan kendini koruma ihtiyacı arasında sürekli olarak yinelenen mücadelenin ömür boyu sürdüğünü öne sürüyor. Yazar, acı verici ruhsal gerçeklikle temasa geçmeye karşı hem analistte hem de analizanda devreye giren yoğun güçleri klinik malzeme üzerinden ele alıyor.
        Bjorn Salomonsson’un “Ebeveyn-Bebek Terapisinden Esinlenen Erişkin Psikanalizi: Bebeklik Dönemi Travmasını Yeniden İnşa Etme” adlı makalesinin hem çocuklarla hem de erişkinlerle çalışan uzmanların ilgisini çekeceğini düşünüyoruz. Salomonsson bu makalede Bebekler ve Ebeveynlerle Psikodinamik Terapinin (BEPT), erişkin terapisinde çalışmaya nasıl ilham verebileceğini bir klinik örnekle tartışıyor. Yazara göre BEPT’yi çocuk çalışmasından ayıran önemli bir özellik vardır; çocuk terapisti ebeveynlerle ayrı görüşürken, BEPT terapisti bebek ve ebeveyn(ler)le birlikte görüşür. Bir çocuk kelimelerin sözlük anlamlarını anlar, oysa bebek anlamaz. Salomonsson Freud gibi çocukluk çağı kalıntılarının erişkinde var olmaya devam ettiğine inandığı için,BEPT’nin klinisyenlerin bu görüngüyü daha çabuk kavramasına ve deneyimlemesine yardımcı olabileceği varsayımını ortaya atıyor. Bebek ve çocuklarla yapılan psikanalitik çalışmalara ilgi duyan okurlar, Björn Salomonsson’un Majlis Wingberg Salomonsson’la kaleme aldığı, Çocuk ve Psikanaliz başlıklı sayımızda yer alan “Yakınlığın Engelle Karşılaşması ve Yeniden Kurulması: Bir Kız Çocuğun Bebekliğinden Çocuk Psikoterapisine Takibi” (2018) yazısını da okuyabilirler.
            Yıllığın kapanış makalesi, uzmanlık alanı epistemoloji ve psikoloji/psikanaliz tarihi olan akademisyen ve araştırmacı Fatima Caropreso’nun “Sabina Spielrein’ın Dilin Kökeni ve Gelişimine Dair Kuramı”. Caropreso bu makalesinde psikanaliz tarihinin önemli figürü Sabina Spielrein’ın ufuk açıcı iki çalışmasını derinlemesine inceliyor. Yazar, Spielrein’ın dil üzerine özgün bir psikanalitik bakış açısı geliştirdiğini, dilbilim ve nöroloji bilgisini psikanalize özgü hipotezlerle ve kendi gözlemleriyle bir araya getirerek hem dilin hem de düşüncenin kökenlerinin ve işleyişinin anlaşılmasına yenilikçi bir katkı sağladığını ortaya koyuyor. Caropreso’nun da gösterdiği gibi,  Spielrein dilin gelişimiyle ilgili iki ana çalışması olan “Çocuğun ‘Baba’ ve ‘Anne’ Kelimelerinin Kökeni” (1922) ve “Çocukların Düşüncesi, Afazi ve Bilinçaltı Düşünce Arasındaki Bazı Benzerlikler” (1923) isimli makalelerinde dilin bilinçaltından yaratıldığını ve bu nedenle dilsel boyutun bizi hep çocuksu düşünce deneyimine ve süreçlerine götürdüğünü oraya koymaktadır. Çocuksu düşünceler ise ataların deneyimiyle olan bağlarıyla bütünsel anlamlarına kavuşur. Caropreso’nun çalışması psikanaliz içinden ve dışından dilbilimle ilgilenen araştırmacıların ilgisini çekecek farklı ve üretken bir bakış açısı sunuyor.
           Son olarak; The International Journal of Psychoanalysis‘te yayımlanan bazı güncel makaleleri PEP’te yer alan IJP Open bölümünden yayımlanmadan önce okuyabilir, yorumlarınızla makalelere katkıda bulunabilirsiniz. Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’yla ilgili haber ve gelişmelere Facebook (https://www.facebook.psikanalizyilligi.com), Twitter (PsikanalizYll) ve bloğumuzdan (http://psikanalizyilligi.com) ulaşabileceğinizi hatırlatır, keyifli ve verimli okumalar dileriz.
                                                                            
MELİS TANIK SİVRİ, Haziran 2020
Türkçe Uluslararası Psikanaliz Yıllığı Editör


* R. J. Perelberg’in geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz. “Kadına Kadına Analizlerde Aşk ve Melankoli (UPY 2018, Çev. M. Tanık Sivri); “Olumsuz Varsanılar, Rüyalar ve Varsanılar: Çerçeveleyen Yapı ve Analitik Ortamdaki Temsili” (UPY 2017, Çev. N. Erdem). 
* H. Weiss’ın geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz.” Yapısal Bir İlke ve Zihinsel Yaşamın Örgütleyicisi Olarak Bilinçdışı Düşlem: Kavramın Freud’dan Klein ve Takipçilerinden Bazılarına Uzanan Evrimi” (UPY 2018, Çev. N. Taşkıntuna).
* F. de Masi’nin geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz. “Ölüm Dürtüsü Kavramı Klinik Alanda Hâlâ Kullanışlı mı?” (UPY 2016, Çev. N. Taşkıntuna).
                                                                            
 
KAYNAKÇA
Ararat, M., Bayazıt, M., Başbay, P. Alkan, S. (2021, Mart 12). Salgın Sürecinde Çalışma Hayatı ve Ev İçi        Şiddet. Haziran 2021 tarihinde, https://turkey.unfpa.org/sites/default/files/pub-        pdf/badv_salginsurecindeevicisiddetvecalismahayati_2021.p adresinden alınmıştır.

Bergstein, A. (2010). Can sıkıntısı üzerine: Ruhsallığın kapsüllenmiş parçalarıyla yakın bir karşılaşma. (Ş. Postacı Sunar, Çev.), Ulusl. Psikanaliz Yıllığı, 2, 99-199.

Bergstein, A. (2014). Duraklamayı aşmak: Hayalleme, rüyalaştırma, karşı-rüyalaştırma. (M. Tanık Sivri, Çev.), Ulusl. Psikanaliz Yıllığı, 6, 153-186.

Salomonsson, B., Wingberg Salomonsson, M. (2018). Yakınlığın engelle karşılaşması ve yeniden kurulması: Bir kız çocuğun bebekliğinden çocuk psikoterapisine takibi. Ulusl. Psikanaliz Yıllığı, 10, 1-19. 

R. J. Perelberg’in geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz. “Kadına Kadına Analizlerde Aşk ve Melankoli (UPY 2018, Çev. M. Tanık Sivri),”Olumsuz Varsanılar, Rüyalar ve Varsanılar: Çerçeveleyen Yapı ve Analitik Ortamdaki Temsili” (UPY 2017, Çev. N. Erdem). 

H. Weiss’ın geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz. “Yapısal Bir İlke ve Zihinsel Yaşamın Örgütleyicisi Olarak Bilinçdışı Düşlem: Kavramın Freud’dan Klein ve Takipçilerinden Bazılarına Uzanan Evrimi” (UPY 2018, Çev. N. Taşkıntuna).

F. de Masi’nin geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz. “Ölüm Dürtüsü Kavramı Klinik Alanda Hâlâ Kullanışlı mı?” (UPY 2016, Çev. N. Taşkıntuna).

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2021 için yorumlar kapalı

Filed under IJP Yıllık

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2017

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’nın 9. sayısıyla, okurlarla tekrar buluşmaktan dolayı mutluyuz. 2017 derlemesinin ana temasını Yıkım, Yeniden Yaratım ve Cinsellikler olarak belirledik. The International Journal of Psychoanalysis’in (IJP) 2016 sayılarında çıkan makalelerden derlediğimiz bu seçki her yıl olduğu gibi bu yıl da bir taraftan uluslararası psikanaliz topluluğunda öne çıkan temaları yansıtıyor. Diğer taraftan da ülkemizdeki psikanalitik, toplumsal ve kültürel ortamın verdiği esinle, belirli kıstaslar çerçevesinde yaptığımız seçimlerden oluşuyor. Bu kıstaslardan biri de geçmiş sayılarda gündeme gelen düşünce ya da temaları sürdürmektir. Bu anlamda elinizdeki kitabı, geçen yıl yayımlanan “Ölüm Dürtüsü” başlıklı 2016 derlemesindeki tartışmaların bir devamı olarak da okuyabilirsiniz. Bu defa yıkıcı ve saldırgan dürtülerin akıbetini, yıkıcılığın yaratıma dönüştüğü yaratıcı ruhsal hamleyi ele alan metinlerle konuyu ilerletmeyi amaçladık.

u.psikanaliz yıllığı.2017

Derlememizin ilk makalesi T. H. Ogden’in Yıkıcılığın Yeniden Değerlendirilmesi: Winnicott’un “Nesne Kullanımı ve Özdeşleşmeler Yoluyla İlişki Kurma” Makalesi Üzerine başlıklı çalışması. Ogden bu çalışmada Winnicott’un 1968 tarihli “Nesne Kullanımı ve Özdeşleşmeler Yoluyla İlişki Kurma” metnini ele alıyor. Ogden bir dönüm noktası oluşturan bu makalede “Winnicott’un bize nesne kullanımının nasıl bir his olduğunu gösterdiğini” ve bunun bir analistin “nesneleri kullanma kapasitesini geliştirme sürecini ilk kez keşfettiği an” olarak görülebileceği bir ilk olduğunu vurguluyor. Ogden bebeğin, annenin yeterli bir anne olma hissini gerçeklikte yok etmesi üzerinde duruyor. Annenin tam da yıkımdan hayatta kalma deneyimini yaşarken bebek için gerçek bir dış nesneye dönüştüğünü ortaya koyuyor. Hasta için de analistin hayatta kalmasının önemine değinen yazar, analistin yıkım deneyiminden sağ çıkabildiği ve çıkamadığı klinik örnekler getiriyor. Ogden’in bu Winnicott okuması, Winnicott’u yorumlayan bir başka çağdaş kuramcı olan Fransız psikanalist R. Roussillon’un görüşleriyle çarpıcı bir paralellik taşıyor. Nesne kullanımını “yoğrulabilir aracı” (medium malleable) kavramını içsel ve dışsal nesneyi kapsayacak şekilde genişleterek tasvir eden; anne nesnesini, deneyimleyen ve bebeğin deneyimine aracılık eden, “özne olan bir nesne” olarak tanımlayan Roussillon’un yıkıcılık, yaratıcılık ve simgeleştirme arasındaki ilişki üzerine görüşlerini UPY’nın geçmiş sayılarında okuyabilirsiniz.[1]

İtalyan psikanalist G. Civitarese Yüceltme Üzerine başlıklı makalesinde Freud’un kuramında önemli bir yeri olan, günümüzde ise sanat ve yaratıcılığa psikanalitik yaklaşımda artık eskisi gibi kullanılmayan yüceltmeyi farklı bir bakış açısıyla yeniden ele alıyor. Freud’un kuramında yıkıcı ve cinsel dürtülerin akıbetini tanımlayan “yüceltme” kavramının bir belirsizlik taşıdığına değinen yazar Freud’da ve Freud sonrası kuramcılarda kavramın gelişimini ve kapsamını uzun uzadıya inceledikten sonra felsefe ve estetik alanındaki “yüce” ve “yüce estetiği” mefhumunu yüceltmeyle ilintili olarak ele almayı öneriyor. Yüceliğin özünde kayıpla ve erken dönemdeki travma yaratan etkenle ilişkili olduğunu vurgulayarak, yüceltmeyi de bu bağlamda kavramlaştırmayı öneriyor. Civitarese’nin kavramlaştırması yüceltmeye Bioncu bir yaklaşım getiriyor. Bu makale derlemede felsefe ve sanat alanlarını psikanalizle buluşturan disiplinlerarası bir çalışma niteliği de taşımakta ve alan dışından okurların oldukça ilgisini çekeceğini tahmin ediyoruz.

***

Kitapta “cinsellikler” konusu Flanders ve arkadaşlarının çok kapsamlı bir çalışmasında ele alınıyor: Eşcinsellik Konusu Üzerine: Freud Ne Demişti? Çalışmada, Freud’un eşcinsellik üzerine görüşleri Fliess’e mektuplarındaki ilk varsayımlarından Psikanalizin Anahatları (1940) adlı kitabındaki son gözlemlerine kadar olan süreçte enine boyuna inceleniyor. Yazarlar Freud’un eşcinselliklerin varlığını teyit eden ilk kişi olduğu saptamasında bulunuyorlar. Freud’un yer yer çelişkili görüşlerini irdeleyerek onun eşcinsellik konusunda keskin yorumlardan uzak durduğunu ve bu  konuda daha ileri düşüncelere zemin oluşturan zengin ve çeşitlik içeren bir temel ortaya koyduğunu gösteriyorlar.

Cinsellik konusundaki bir başka çalışma da Britanyalı kuramcı D. Meltzer’in ilk defa gün ışığına çıkan bir makale taslağı: ARŞİV ÇALIŞMALARI: Donald Meltzer’in Cinsellik Üzerine Yayımlanmamış Taslak Makalesi. 2004 yılında vefat eden D. Meltzer Freud, M. Klein ve Bion’un kuramları arasında köprü kuran çalışmalarıyla tanınıyor. Psikanalize kazandırdığı kavramlar arasında bilhassa claustrum, içe nüfuz eden özdeşleşim (intrusive identification) yapışkan özdeşleşim (adhesive identification), parçalara ayırma/ayrılma (dismantling) ve estetik çatışma sayılabilir. ABD asıllı kuramcı 1954’te M. Klein’la analizden geçmek için Londra’ya gidip daha sonra orada yerleşerek Britanya vatandaşlığına geçmiştir. Kariyerine çocuk analisti olarak başlayan, daha sonra erişkin analisti de olan Meltzer, E. Bick’den süpervizyon almış ve  uzun yıllar Tavistock Kliniğinde çalışmıştır.

Makale Meltzer’in, kendisinden süpervizyon alan A. Mason’un vakası üzerine yorumlarından oluşuyor; yazarın cinsellik evreleriyle ilgili kuramının ve eşcinsellik hakkındaki görüşlerinin gelişimini sergiliyor. Süpervizyon vakasının ilgili kısımları da yayına dahil edilmiş. Taslağın nasıl bulunduğuna dair hayli ilginç öyküyü ise M. Rustin’in Meltzer’in Cinselliğe Yaklaşımı Üzerine Kısa Bir Yorum başlıklı sunuş metninde ve A. A. Bronstein’in makaleye eşlik eden “Giriş Yazısı”nda okuyabilirsiniz.

***

Kitapta psikanaliz tekniğinin kuramına dair farklı görüşleri bir araya getiren ve klinik çalışmayı örneklendiren Çağdaş Sohbetler bölümü altında 3 metin okuyacaksınız. B. Ithier’nin ayrıntılı vaka sunumunu da içeren Kimeraların Kolları makalesi ile onun yorumunu yorumlayan B. Reis’ın Canavarlar, Düşler ve Delilik: “Kimeraların Kolları” Üzerine Yorum ve J. Abram’ın Béatrice Ithier’nin “Kimeraların Kolları” Makalesi Üzerine Bir Yorum çalışmaları. Ithier, metnini M. de M’Uzan’ın kimera, T. H. Ogden’in “analitik üçüncü” ve Winnicott’un çizmece oyunu (squiggle) arasında kurduğu paralelliklere dayandırıyor. Hasta tarafından temsil edilemeyen ve seansta söze dökülemeyen deneyimi analistin işlemesinin yollarından biri olarak kimera’ya getirdiği yorumda kimera’yı zihinsel bir çizmece oyunu gibi ele alıyor.

Analistin hastanın simgeleşemeyen deneyimlerini temsile kavuşturma çalışmasına odaklanan diğer iki metin D. Birksted-Breen’in Biokülarite, Psikanalistin İşleyen Zihni makalesiyle R. Josef  Perelberg’in Olumsuz Varsanılar, Rüyalar ve Varsanılar: Çerçeveleyen Yapı ve Analitik Ortamdaki Temsili başlıklı çalışması. Bion’un “binokülarite” kavramına atıfta bulunan Birksted-Breen analistin tutumunu “bioküler” dikkat biçimiyle tanımlıyor. Hayallemeyle analiz etme işlevlerini bir araya getiren bioküler dikkatin “’gölgede’ kalmış veya temsil edilmemiş deneyimlerin öne çıkacağı, önce resimsel sonra fikirsel olarak şekillendirileceği ruhsal alanın geliştirilmesi için gerekli” olduğunu vurguluyor.  Yazar görüşlerini bir analizden çok etkileyici bir kesitle örneklendiriyor.

Josef Perelberg ise haftada beş seansla yürütülen bir analizde hastanın varsanımsı deneyimlerinin anlamını inceliyor. Analitik karşılaşmanın dramatik doğası üzerine düşüncelerini A. Green’in görüşlerine dayandıran yazar, çerçeveleyen yapının ve olumsuz varsanının zihnin yapılanmasındaki rolüne odaklanıyor. Bu makalede Green’in “olumsuzun çalışması” kavramını işleyen yazar “yıkım” ve “yaratım” konusunu genişleten bir katkı sunuyor.

***

Kitapta ayrıca günümüzün can alıcı meselelerinden biri olan mülteci sorununa ilişkin çok zengin bir çalışmaya yer verdik. M. Leuzinger-Bohleber ve arkadaşlarının Frankfurt Sigmund Freud Enstitüsü bünyesinde, başka kurumlarla işbirliği içinde yürüttüğü çalışmayı özetleyen ve sonuçlarını bildiren bu makale Psikanalizin Güncel Mülteci Krizine Katkısı Ne Olabilir?

ADIM ADIM’dan Ön Bildiriler: Bir “Ön Kabul Kampındaki” Mültecileri Destekleyen Psikanalitik Bir Pilot Proje ve Travma Yaşayan Mültecilere Kriz Müdahaleleri başlığını taşıyor. ADIM ADIM projesi ve Leuzinger-Bohleber ve arkadaşlarının çalışması güncel travmayla ilgili psikanalistlerin katkılarının ne denli önemli olduğunu gözler önüne seriyor. Bu katkının ülkemizde mültecilerle yapılan çalışmalarda klinisyenlere ilham vereceğine inanıyoruz.

Son olarak bu yıl da derlememizde bir psikanalitik film incelemesine yer verdik: Ida’nın Hikâyesi: Yas Değil Selamete Ererek Kurtuluş. Polonyalı psikanalist Maciej Musiał makalesinde Pawel Pawlikowski’nin ödüllü filmi Ida’yı inceliyor. Polonya’da Holokost sırasında ebeveynlerini kaybeden Ida’yla teyzesinin ağır kayıplarını ve çatışmalarını konu alan filmin analizi sevilen nesnelerin erken ve ani kaybının nasıl yas tutmayı engelleyen kahredici bir acı verdiğine odaklanıyor. Filmin ve makalenin mercek altına aldığı kayıp, yas ve travma konusu ise bu kitaptaki tüm makaleleri alttan alta kat eden temel meselelerden birini oluşturuyor kuşkusuz.

***

The International Journal of Psychoanalysis’teki güncel makalelerin bir kısmını PEP’te yer alan IJP Open kısmında, yayımlanmadan önce okuyabileceğinizi ve yorumlarınızla makalelere katkıda bulunabileceğinizi hatırlatmak isteriz.

Önümüzdeki yıl 10. sayımızda yine zengin bir içerikle ve bu defa 10. yıla özgü farklı bir etkinlikle okurlarla buluşmayı planlıyoruz.

Verimli ve keyifli okumalar dileriz.

 

Nilüfer Erdem

Türkçe Yıllıklar Editörü ve Avrupa Yıllıkları Baş Editörü

 

 

 

[1] Roussillon, R. (2016). “Birincil Simgeleştirme Üzerine Çalışmaya Giriş”. Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2016: Ölüm Dürtüsü. İstanbul: İstanbul:  Bilgiyay.

Roussillon, R. (2014). “Dürtülerin Bağlanması ve
Bağlanamamasında Nesnenin İşlevi”. Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2014: Psikanalizde Fransız Okulu.  İstanbul: Sel Yayıncılık.

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2017 için yorumlar kapalı

Filed under Çağdaş psikanaliz makaleleri, IJP Yıllık, Yıllık 2017

“Psikanaliz Eğitimi ve Sonrası- Yıllık 2015”

Sunuş

Nilüfer Erdem

Türkçe Yıllıklar Editörü

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2015 derlemesiyle sizlere merhaba diyoruz.

Psikanaliz eğitimi ülkemizde giderek kök salıyor ve kurumsallaşıyor. Psikanalist olmak dünyanın her yerinde, yıllarca takip edilen kuramsal ve klinik seminerlerle çok uzun zamana yayılan, meşakkatli bir süreç. Öte yandan psikanalist adayı eğitimini tamamlayıp analist olduğunda da sonlanmayıp farklı biçimlerde devam eden bir süreç bu. Psikanalist olmanın sürekli bir içsel çalışmayı içerdiğini ve bunun analist olmanın önemli boyutlarından biri olduğunu gündeme getirmek arzusuyla, Yıllığın bu yedinci sayısını Psikanaliz Eğitimi ve Sonrası teması etrafında şekillendirdik.

Bu çerçevede seçtiğimiz ilk makale Danimarkalı psikanalist Mette Møller’in İlk Görüşmede Analistin Kaygıları: Analitik Duruşa Karşı Engeller başlığını taşıyan çalışması. Makale Avrupa Psikanaliz Federasyonu (EPF) bünyesinde 2003 yılından bu yana araştırmalar yürüten Psikanalizi Başlatma Çalışma Grubu’nun (PBÇG), Psikanalizi Başlatma Çalıştaylarından topladığı verilere dayanarak kaleme alınmış. Bu yönüyle makale psikanalitik araştırmaların nasıl yürütüldüğüne dair bir örnek de teşkil ediyor. Grubun daimi üyesi olan Møller, on yılı aşkın süredir çalıştaylarda incelenen çok sayıda ilk görüşmenin içeriğini tartışıyor. Makalenin araştırma sorusu, neden daha fazla kişinin psikanaliz tedavisini tercih etmediği üzerine. Psikanaliz eğitimini tamamlayan ve divanda analitik tedavi yapmaya yetkili kılınan analistin, kendisine başvuran kişilere kolayca ve sıklıkla analiz önerdiği düşünülebilir. Verilerin incelenmesi durumun hiç de öyle düşünüldüğü gibi olmadığını, analistlerin hastalarına divanda analizi önerme konusunda önemli bilinçdışı dirençleri olduğunu ortaya koyuyor. Makalede ele alınan bu içsel dirençler, formel eğitim sonrası analistlerin kendileri üzerinde sürdürmeleri gereken içsel çalışmanın önemini ve boyutlarını ortaya koyuyor.

İlk Görüşmelerdeki Süreç Yönelimli Psikanaliz Çalışması ve Açılış Sahnesinin Önemi başlıklı makalede Peter Wegner, analistle hastanın ilk karşılaşmalarında analistin hastayı dinleme biçimine yön veren tutumunu irdeliyor. Møller’e paralel şekilde Wegner de “Eğer ben kendim belirli bir hasta ile tedaviye başlayabileceğimi ve başlamayı da istediğimi bilmezsem hasta nasıl psikanaliz sürecine girer?” sorusunu ortaya atıyor. Bu sorunun izini süren Wegner, ilk görüşmelerle ilgili bazı kuramsal yaklaşımları ve temel kavramları özetledikten sonra, “açılış sahnesi” olarak adlandırdığı ilk karşılaşmada analist ile müstakbel analizan arasındaki etkileşime odaklanıyor. “Açılış sahnesi”ni analist ile hasta arasındaki etkileşimin tamamı olarak tanımlayan yazar, bu etkileşimin ilk söylenen cümle de dâhil olmak üzere, seans öncesi selamlaşmadan görüşmenin kendisine kadar her şeyi içerdiğini belirtiyor. Wegner kendi adlandırdığı biçimiyle “serbest dalgalanan içgözlem” sayesinde, görüşmelerde bizzat analistin bir “tanı aracı” haline geldiğini vurguluyor ve analistin sadece tanı koyup yorumlarda bulunmasının yetmeyeceğini; aktarım-karşıaktarım etkileşiminde olup bitenlerin bir parçası olarak kendisini de gözlemlemesi gerektiğini hatırlatıyor. Analistin kendini analiz etme yetisi olmazsa her görüşmenin başarısızlık tehdidi altında olacağını belirten Wegner, psikanalistin eğitiminin farklı biçimler altında bireysel bir çalışma olarak hep devam ettiğini, psikanalistlik mesleğinin hiç bitmeyen bir içsel çalışmayı gerekli kıldığını gözler önüne seriyor. Wegner açılış sahnesine dair görüşlerini ve ilk görüşmede analistin kendisinin bir tanı aracı oluşunu psikosomatik ve depresif rahatsızlıkları olan genç bir kadın hastanın ayrıntılı vakasının anlatımıyla örneklendiriyor.

Alessandra Lemma, Analistin Bedeni ve Psikanalitik Çerçeve: Cisimleşmiş Çerçeve ve Sembiyotik Aktarım Üstüne Düşünceler başlıklı makalesinde, analistin bedeninin çerçevenin cisimleşmiş bir özelliği olarak kavramlaştırılmasının getireceği katkıyı irdeliyor. Özellikle sembiyotik aktarım geliştiren veya analistin bedenindeki en ufak değişikliklere karşı hassas olan hastaları anlamada bu yaklaşımın yardımcı olabileceğini ileri sürüyor. Bu görüşleri yoğun bir sembiyotik aktarımı olan bir kadın hastayla çalışması etrafında anlatan yazar, analizin üçüncü yılında analist saçlarını kestirdiğinde hastanın buna verdiği güçlü tepkiyi ve analistin bedenindeki bu değişimin, analizin gidişatında nasıl dramatik bir değişim yarattığını anlatıyor.

Psikanalist olmak sürekli bir içsel çalışmayla mümkünse yıllar içinde bu çalışma nasıl değişimler geçiriyor? Analist yaşlandığında ne oluyor? Psikanalistlik mesleğinin bir sonu var mı? Olmalı mı? Analist belli bir yaşta emekliye ayrılmalı mı? İsviçreli psikanalist Danielle Quinodoz’nun bu sorulara yanıt arayan iki mektubu ile Joe Schachter’in ona yanıtına bu sayıda yer verdik. Psikanaliz alanında nadiren ele alınan yaşlılık ve yaşlılıkta psikanaliz üzerine önemli çalışmaları olan, bu konuda öncü bir yazar olan Danielle Quinodoz’nun[1] mektupları konuya ışık tutumalarının ötesinde, bir psikanalistin mesleği ve uygulaması üzerine nasıl bir düşünme yöntemi izlediğinin canlı örneğini sunuyor. Danielle Quinodoz ilk mektupta geçtiğimiz yıl İsviçre Psikanaliz Cemiyetinde yapılan tartışmalarda ortaya atılan, yaşı ilerleyen analistle ilgili görüşleri kendine özgü duyarlı ve zengin yorumuyla aktarıyor. Psikanalistin aynı anda birçok yaşta olduğunu vurgulayan Quinodoz, analistin, yalnızca düşlemsel yaşını dikkate aldığı takdirde zamanın geçişinden etkilenmiyormuşçasına tehlikeli bir tümgüçlülük duygusuna yenilme riski taşıdığını vurguluyor. Düşünsel ya da coşkusal yetilerinin artık tam anlamıyla hâkimi olmayan analistin, inkâr ve tümgüçlülük tuzağına düşmemek için sadece bireysel çabalarının yeterli olmadığını, kurumsal çerçeve ve kuralların da bu konuda devreye girmesinin önemini vurguluyor. Joe Schachter Danielle Quinodoz’ya verdiği cevapta kendi kurumu ve pratiğinden yola çıkarak yaptığı gözlemlerle yazarın önerilerine katkıda bulunuyor. Son olarak Danielle Quinodoz, Schachter’e yanıtında onun getirdiği kurumsal önerileri tartışıyor.

Bu sayıda odaklandığımız bir başka tema ise “sapkınlık”. Bu konuda iki önemli makaleye yer verdik. Bunlardan ilki Paul-Claude Racamier’nin ilkin 1980’li yılların ortasında yayımlanmış olan ve sapkınlık kavramına yepyeni bir yaklaşım getiren Narsisist Sapkınlık Üzerine başlıklı makalesi. Geleneksel olarak cinsel bileşenle nitelenen sapkınlıkların -röntgencilik, teşhircilik, fetişizm- artık yerini zalimlik, zarar verme arzusu ve yıkıcılık içeren davranışlarla tanımlanan bir sapkınlık anlayışına bıraktığı noktada, Racamier’nin narsisist sapkınlık kavramı bu yönde çığır açan makalelerden birini oluşturuyor. Racamier’nin çalışmasına Fransız psikanalist Paul Denis’nin kaleme aldığı Paul-Claude Racamier’nin “Narsisist Sapkınlık Üzerine” Adlı Makalesine Giriş metni eşlik ediyor.

Sapkınlık konulu bir diğer makale de İspanyol asıllı Amerikalı analist Jaime P. Nos’un Sapkın İlişkilenmede Gizli İttifaka Sevk Etme: Ölüm Kaygısını Kamufle Eden Sapkın Canlandırma ve Bastiyonlar başlıklı çalışması. Nos sapkın ilişkilenmenin klinikteki önemli işlevlerinden birine değiniyor. Analizanın, analitik çalışmaya karşı, analistle “sapkın bir anlaşma” oluşturma yönünde bilinçdışı bir çaba içinde olduğunu vurguluyor. Analisti analizanın suç ortağı yapan bu sesiz ve kronik ittifakın yol açtığı ve analisti de içine dâhil ettiği canlandırmaları ve eyleme dökmeleri inceliyor. Bu konuda geniş bir literatür taramasına yer veren Nos’un makalesi uzun, ayrıntılı ve çok etkileyici bir vaka örneğiyle destekleniyor. Bu makale aynı zamanda, analistin özel yaşantısını ve öznel büyük bir acısını analiz sürecine nasıl dahil ettiğini gösteren vaka örneğiyle, bu sayının ana temasını oluşturan analistin içsel çalışmasına dair makaleler arasında yerini alıyor.

Çocuk ve ergen psikanaliziyle ilgili olarak seçtiğimiz makale, günümüzde çocuk ve ergenlerde en sık tanısı konan rahatsızlık olan Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunu (DEHB) ele alıyor. Alman psikanalist Michael Günter Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB): Bir Duygulanım İşleme ve Düşünce Bozukluğu mu? başlıklı makalede karmaşık bir sendrom olan DEHB’yi psikanalitik bakış açısıyla yeniden gözden geçirmeyi öneriyor. Bion’un alfa işlevi kavramını merkeze alan yazar, alfa işlevindeki yetersizliğin, yani düşünce, duygulanım ve coşkuları işlemedeki eksikliğin DEHB’de önemli rolü olduğunu ve bu eksikliğin nesne ilişkilerini çıkmaza sokan sonuçlar yarattığını ileri sürüyor. DEHB’yi bu yetersizliğin telafisi için geliştirilen semptomlar olarak değerlendirmeyi öneriyor. Sadece bilgisayar oyunları oynayabilen, ötekiyle hiçbir şekilde iletişim kuramayan 9 yaşındaki Lukas’ın ayrıntılı vaka örneğinin verildiği makale, bizde de çokça konan DEHB tanısıyla çalışan terapist ve analistlerin ilgiyle okuyacakları zengin bir çalışma.

Yıllığın önceki sayılarında önemli çağdaş yazarlardan Thomas H. Ogden’in ünlü psikanaliz kuramcılarının yapıtlarını incelediği seriden iki makaleyi Türkçeleştirmiştik: Fairbairn Neden Okunmalı? (2011)[2] ve Susan Isaacs’ı Okumak: Kökten Gözden Geçirilmiş Bir Düşünme Kuramına Doğru (2012)[3]. Bu sayıda serinin en yeni makalesi olan Çöküş Korkusu ve Yaşanmamış Hayat başlıklı metne yer verdik. Ogden bu çalışmada Donald W. Winnicott’un günümüzde pek çok kuramcıya esin kaynağı olan Çöküş Korkusu (Fear of Breakdown) makalesini ele alıyor. Winnicott’un, yayımlanmış en son önemli çalışması olan bu metinde, okurdan sadece okur değil o makalenin yazarı da olmasını istediğini vurgulayan Ogden, yazarın bıraktığı boşlukları ve satır aralarını dolduran bir okumaya girişiyor. Winnicott’un Çöküş Korkusu’nda tartıştığı klinik örnekleri ayrıntılı biçimde yeniden gözden geçiriyor. Bu korkunun psikotik bir kırılmayla ilgili olmadığını vurgulayan Ogden, yazarın düşüncesini daha ileriye götürerek, ilkel ıstırap ve çöküş korkusunun pençesindeki bireyin, yaşamının bir parçasının kendisinden alınmış olduğu hissini taşıdığını, ona kalan yaşamın büyük ölçüde yaşanmamış bir hayat olduğu hissiyle dolu olduğunu ve bu hissin bireye çöküş korkusunun kaynağını bulmada temel bir itici güç sağladığını öne sürüyor.

Haydée Faimberg’in derlemeye dâhil ettiğimiz Winnicott’ta Baba İşlevi: Psikanalitik Çerçeve başlıklı makalesi Ogden’in çalışmasıyla birbirini tamamlar nitelikte. Winnicott ile Bleger’in çerçeve kavramlaştırmalarını karşılaştıran Faimberg “baba işlevi” ile “psikanalitik çerçeve” kavramlarını birbirine bağlayan yeni bir yol öne sürüyor.

Her sayıda olduğu gibi bu defa da uygulamalı psikanaliz örneklerine yer verdik. Bunlardan ilki disiplinlerarası çalışmalar yapan İsrailli araştırmacı Yariv Orgad’ın Aile Sırları ve -K Üzerine başlıklı çalışması. Orgad, Bion’un -K kavramını semiyotik alanından başka kavramlarla harmanlayarak, psikanalizin önemli konularından biri olan “aile sırları”nın oluşumuna ışık tutuyor. Yorumlarını Mike Leigh’in Secrets and Lies (Sırlar ve Yalanlar) filminin analizine dayandıran yazar aile sırlarını, “ailenin hakikat üretim alanını hedef alan yıkıcı bir süreç” olarak tanımlıyor.

Uygulamalı psikanaliz alanından diğer örnek ise Arjantinli-Kanadalı psikoterapist Cecilia Taiana’nın Ölenin Yasını Tutmak, Kaybolanın Yasını Tutmak: Namevcut Mevcudiyetin Gizemi başlıklı incelemesi. Otuz yılı aşkın süredir ruhsal travma üzerine çalışan Taiana bu makalede, 1970’lerde Arjantin’de askeri diktatörlük tarafından “kaybedilen” binlerce insanın yakınlarının tedavisinde karşılaşılan zorlu yas süreçlerinin özelliklerini irdeliyor. Yorumlarını Laplanche’ın gizemli mesaj kavramına dayandıran yazar, yas sürecinde, kaybolmuş yakınının kaybolmuş bedeninin yarattığı bir imkânsızlıkla karşı karşıya kalan kişinin deneyimlediği “özel yas süreçleri”ni tanımlıyor. Taiana’nın ele aldığı kayıp yakınlarının mücadelesi ülkemizde güçlükle de olsa aydınlatılmayan çalışılan “faili meçhuller”le ve kaybolmuş yakınlarının izini süren Cumartesi Anneleri’nin mücadelesiyle paralellikler taşıyor. Makale ülkemizin yakın tarihine ve bugününe damgasını vuran bu bireysel ve toplumsal yaranın ruhsal boyutuyla da değerlendirilmesine katkıda bulunacak önemli kavramlaştırmalar ve düşünceler içeriyor. Yıllığın 2012 sayısında Arjantin’deki diktatörlük, “kirli savaş” ve Plaza de Mayo anneleriyle ilgili bir çalışma yayımlamıştık: Julia Reinemann’ın İmgesel ile Gerçek Arasında: Arjantin’deki Yas ve Melankolinin Portre Fotoğrafları başlıklı incelemesi[4]. Taiana’nın bu sayıdaki makalesiyle, bu konunun takibini devam ettiriyoruz.

***

2015 Yıllığı yayına hazırlandığı sırada, 8 Nisan 2015 tarihinde, bu sayının yazarlarından Danielle Quinodoz’nun vefat haberini aldık. Grenoble (Fransa) doğumlu olan, Paris’te psikoloji okuyan, Cenevre Üniversitesinde Jean Piaget ile çalışan Danielle Quinonodoz 1960 yılında psikanalist Jean-Michel Quinodoz ile evlenerek İsviçre’ye yerleşmişti. Psikanaliz eğitimini İsviçre Psikanaliz Cemiyeti’ne (SSPsa) bağlı olarak tamamladı, daha sonra SSPsa eğitim analisti oldu. Cenevre’de kendi ofisinde serbest psikanalist olarak çalışmaktaydı. Pek çok önemli makalenin yazarı olan Danielle Quinodoz, Le Vertige (Baş Dönmesi) adlı kitabıyla Uluslararası Psikanaliz Birliği (IPA) 1989 Sacerdoti Ödülünü ve 1995 Psikoloji Ödülünü almıştı. Danielle Quinodoz Psike İstanbul derneği eğitim programında seminerler de vermişti. Psikanaliz eğitimini İstanbul’da ya da frankofon bir çerçevede almış Türkiyeli pek çok meslektaşımızın hocası olan değerli psikanalist Danielle Quinodoz’yu sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz.

***

Bu sayıdan itibaren yayın hayatımıza İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları Psike İstanbul Psikanaliz Kitaplığı dizisi çatısı altında devam etmekten dolayı mutluyuz. Bilgi Üniversitesi Yayınları ve Psike İstanbul’la bu işbirliğinin, okurlarımızla sadece kitapta değil, farklı tartışma zeminlerinde de bir araya gelme fırsatlarını yaratacak değerli bir bilimsel buluşma olduğuna inanıyoruz.

Yıllığın 2009, 2010, 2011 tarihli ilk üç sayısının tüm makalelerine Türkçe olarak PEP-WEB’den ulaşabileceğinizi hatırlatmak isteriz. 2012, 2013 ve 2014 sayılarındaki makalelerin ise özetlerini PEP’te bulabilirsiniz. Biliyorsunuz Uluslararası Psikanaliz Yıllığının bir blogu var: http://psikanalizyilligi.com Bloğumuzdan, Yıllıklardaki makaleler üzerine tartışmaları okuyabilir, duyuruları takip edebilir, yorum ve yazılarınızla siz de katkıda bulunabilirsiniz. Ayrıca Uluslararası Psikanaliz Yıllığıyla ilgili haber ve gelişmeleri Facebook (https://www.facebook.psikanalizyilligi.com) ve Twitter (PsikanalizYll) üzerinden takip edebilirsiniz.

Son olarak, hatırlatalım: The International Journal of Psychoanalysis tarafından geçen yıl başlatılan IJP Open uygulaması devam ediyor. Online bir tartışma platformu olan IJP Open’a üye olarak IJP makalelerini henüz yayımlanmadan, akran değerlendirmesi aşamasında okuyup, siz de değerlendirmeye katkıda bulunabilirsiniz. Bununla ilgili ayrıntılı bilgi www.ijp-open.org adresinde yer alıyor.

Uluslarası Psikanaliz Yıllığı 2015 sayısının meslektaşları ve psikanalizle ilgilenenleri verimli bir tartışma ortamında buluşturacağına inanıyoruz.

Notlar:

[1] Danielle Quinodoz’nun yaşlılıkla ilgili daha önce Yıllıkta yayımlanmış kapsamlı bir metni için bkz: “Yaşlanmak: Bir Psikanalistin Bakış Açısı”, ed. B. Habip, çev. A. Yazıcı, Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2009, s. 119- 139, İstanbul: Yapı Kredi Yayıncılık (ya da online Türkçe metin için bkz. PEP-WEB). Yazarın Türkçe yayımlanmış diğer makaleleri: İğdiş Olma Kaygısının Kadıncası, Kadınlık Yeniden içinde, ed. B. Habip, çev. Y. Aksu, 2003, s. 235-252, İstanbul: İthaki; Psikanalitik Çerçevenin Kapsama İşlevi, Psikanalitik Bakışlar II: Psikanalitik Çerçeve içinde, ed. N. Erdem, çev. C. Altunbaş, 2007, 89- 104, İstanbul: PPPD Yayını.

[2] “Fairbairn Neden Okunmalı?”, ed. B. Habip, çev. A. Day, Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2011, s. 87-104,İstanbul: Sel Yayıncılık (ya da online Türkçe metin için bkz. PEP-WEB).

[3] “Susan Isaacs’ı Okumak: Kökten Gözden Geçirilmiş Bir Düşünme Kuramına Doğru”, ed. B. Habip, çev. N. Erdem, Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2012, s. 53-70, İstanbul: Sel Yayıncılık (ya da online Türkçe metin için bkz. PEP-WEB).

[4] “İmgesel ile Gerçek Arasında: Arjantin’deki Yas ve Melankolinin Portre Fotoğrafları”, ed. B. Habip, çev. M. Tanık Sivri, Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2012, s. 93-113, İstanbul: Sel Yayıncılık.

“Psikanaliz Eğitimi ve Sonrası- Yıllık 2015” için yorumlar kapalı

Filed under Yıllık 2015

Yıllık 2015: Psikanaliz Eğitimi ve Sonrası… Kitapçılarda!

The International Journal of Psychoanalysis’te 2014 yılında yayımlanmış makalelerden derlediğimiz “Psikanaliz Eğitimi ve Sonrası” temalı Yıllık 2015 çıktı.

İçindekiler

Sunuş – Nilüfer Erdem

1- İlk Görüşmede Analistin Kaygıları: Analitik Duruşa Karşı Engeller – Mette Møller

2- İlk Görüşmelerdeki Süreç Yönelimli Psikanaliz Çalışması ve Açılış Sahnesinin Önemi – Peter Wegner

3- Analistin Bedeni ve Psikanalitik Çerçeve: Cisimleşmiş Çerçeve ve Sembiyotik Aktarım Üstüne Düşünceler- Alessandra Lemma

4- Editöre Mektup: Psikanalist Hangi Yaşta Emekli Olmalı? – Danielle Quinodoz

5-Editöre Mektup: Danielle Quinodoz’ya Yanıt – Joseph Schachter

6-Editöre Mektup: Joseph Schachter’in Yorumlarına Yanıt – Danielle Quinodoz

7- Paul-Claude Racamier’nin “Narsisist Sapkınlık Üzerine” Adlı Makalesine Giriş – Paul Denis

8- Narsisist Sapkınlık Üzerine – Paul-Claude Racamier

9- Sapkın İlişkilenmede Gizli İttifaka Sevk Etme: Ölüm Kaygısını Kamufle Eden Sapkın Canlandırma ve Bastiyonlar – Jaime P. Nos

10- Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB): Bir Duygulanım İşleme ve Düşünce Bozukluğu mu? – Michael Günter

11- Çöküş Korkusu ve Yaşanmamış Hayat – Thomas H. Ogden

12- Winnicott’ta Baba İşlevi: Psikanalitik Çerçeve – Haydée Faimberg

13- Aile Sırları ve -K Üzerine – Yariv Orgad

14- Ölenin Yasını Tutmak, Kaybolanın Yasını Tutmak: Namevcut Mevcudiyetin Gizemi – Cecilia Taiana

Özel Adlar Dizini

Kavramlar Dizini

The International Journal of Psychoanalysis (IJP) 2014 Sayıları Dizini

0001184_psikanaliz-egitimi-ve-sonrasi-uluslararasi-psikanaliz-yilligi-2015“Psikanaliz Eğitimi ve Sonrası” – Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2015,   Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlanmıştır.

Satın almak için: http://www.bilgiyay.com/search?q=Uluslararası+Psikanaliz+Yıllığı

1 Yorum

Filed under Yıllık 2015