SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2022

Uluslararası Psikanaliz Yıllığının 13. sayısıyla okurlarımızla tekrar buluşmaktan dolayı mutluyuz. Bu sayının ana temasını “Toplumsal Acı/Toplumsalın Acısı” olarak belirledik.

            Geçen sayının son hazırlıkları COVID-19 salgınının başlangıç dönemine denk gelmişti. Bu sayı da salgının hız kesmeden devam ettiği zorlu bir dönemde yayına hazırlandı. Aşılamanın başlaması ve yaygınlaşması umut verici olsa da birbiri ardına yaşanan kayıplar, kayıp ve ölüm tehdidinin yarattığı kaygı, korku, şaşkınlık ve inkâr gibi çeşitli duygular kolektif ruhsallığa damgasını vurdu. Kapanma ve kısıtlamalarla birlikte dünya genelinde etnik azınlık gruplarına, göçmenler, mülteciler, evsizler, LGBTİ+ bireyler gibi ötekileştirilen gruplara yönelik şiddet arttı. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi raporuna göre, küresel olarak 15 ile 49 yaşları arasındaki 200 milyonu aşkın kadın ve kız çocuğu ev içi şiddete maruz kaldı (Ararat, Bayazıt, Başbay, Alkan, 2021). Türk Tabipler Birliği, doktorların ve sağlık çalışanlarının hasta ve hasta yakınları tarafından şiddete uğramaları da dahil olmak üzere içinde bulundukları zor koşulları sarsıcı bir sosyal medya etiketiyle ifade etti: #ölüyoruz. Doğayı ve doğadaki tüm canlıları etkileyen insan eliyle yaratılan şiddet ve felaket, son olarak da kıyıları müsilajla kaplanan Marmara Denizini vurdu. Yukarıda belirtilen dış gerçeklikteki travma nitelikli tüm bu deneyimler ve bunların tetiklediği toplumsal acı, seans odasına farklı şekillerde nüfuz ederek çeşitli aktarım-karşıaktarım düzenlenişlerini ortaya çıkartıyor. Peki ama “toplumsal” olanın, “toplumsal acı” ya da “toplumsalın acısı” kavramlarının psikanaliz kuramındaki yeri nedir; bu kavramlar psikanalitik olarak nasıl tanımlanır? Yıllığın açılış bölümünde yer alan yazılar işte bu sorulara yanıt arıyor.

            Yıllık’ta yer alan ilk yazı, Mayıs 2021’de kaybettiğimiz The International Journal of Psychoanalysis’in  (IJP) Avrupa editörü Jorge Canestri’ye ait. Canestri, “Gampel ve Puget’nin Çalışmalarına Giriş” başlıklı metninde, Yolanda Gampel’in “El dolor de lo social” (“Toplumsalın Acısı”) ve Janine Puget’nin “Qué difícil es pensar uncertidumbre y perplejidad” (“Belirsizliği ve Şaşkınlığı Düşünmek Ne Denli Zor”) başlıklı makalelerini güncel bir bağlam içine oturtuyor. Canestri 2002 tarihli bu iki makalenin IJP’de yayımlanma serüvenini ve bugün neden önemli olduklarını anlatıyor. Gampel ve Puget bu iki metinde psikanaliz kuramında eksik olduğunu düşündükleri bir noktayı irdelerler: “Toplumsal”, “toplumsal öznellik”, “toplumsal acı” ve “toplumsalın acısı” kavramları nasıl tanımlanmalıdır? Canestri, kolektif travmalara güçlü bir psikanalitik bakış getiren Gampel ve Puget’nin çalışmalarını birlikte ele alarak ve görüşlerini anlaşılır bir dille özetleyerek okurun bütünlüklü bir bakış açısı edinmesini kolaylaştırıyor. Psikanaliz alanında önemli katkıları olan Jorge Canestri’yi saygıyla anıyoruz.

            Okurların  uzun yıllardır İstanbul Psikanaliz Derneği’yle bağlantısı üzerinden travma alanındaki katkılarına aşina olabileceği Yolanda Gampel, “Toplumsalın Acısı” adlı makalesinde, “toplumsalın acısını” “bir kolektif olarak insan ilişkilerinden kaynaklanan ıstırap” olarak tanımlıyor ve klinik uygulamada bu deneyimi iletebilen göstereni, Shoah’nın izleri üzerinden giderek sorguluyor. Toplum-devlet şiddetinin etkilerini ifade etmek için “radyoaktivite” terimini bir metafor olarak kullanan Gampel, bu tür şiddetin nasıl ruhsal işleyişin her alanına derinden ve fark edilmeden nüfuz ederek simgeleştirme kapasitesinde hasara yol açtığını İsrail örneği üzerinden ele alıyor. Bu tip travma nitelikli toplumsal şiddet deneyimleri yaşayan bireylerde güvenlik arka planı ile tekinsizlik arka planının etkilendiğini ve travma sonrası ruhsal sağkalım mücadelesinde bu iki arka plan arasındaki bölünmüşlüğe ihtiyaç duyulduğunu ileri sürüyor.  

          Kasım 2020’de kaybettiğimiz Janine Puget, Arjantin’de Kirli Savaş sırasında işkence görmüş kişilerle ve zorla kaybedilenlerin yakınlarıyla klinik alanda çalışmış, toplumsal travma ve grup terapisi alanlarında psikanalize önemli katkıları olan bir klinisyen ve kuramcı. Janine Puget, “Belirsizlik ve Şaşkınlık Hakkında Düşünmek Ne Denli Zor?” başlıklı makalesinde toplumsal acıyı ve toplumsal ıstırabı öznelliklerarası, öznellikiçi, öznellikötesi alanlar açısından yeniden ele alıyor. Toplumsal kavramını kolektif kavramıyla tanımlamayı öneriyor ve kolektifin birlikte olmaktan vínculo (bağ) kurmaya geçtiği zaman özneleştirici potansiyelini edindiğini ileri sürüyor. Toplumsal bir kolektife aidiyetin kişiyi belirsizlik ve öngörülemezlikten koruma yanılsaması yarattığını ve belirsizliğin, şaşkınlık olarak tezahür ettiğini iddia ediyor. Son olarak, Arjantin’de işkence görmüş, politik tehdit altında olan ya da işini kaybettiği için hayatı ve dolayısıyla geçim kaynağı tehdit altında olan hastalarla yapılan klinik çalışmalarından bahsediyor. Puget bir seans örneğiyle bu durumlarla çalışırken ortaya çıkan aktarım-karşıaktarım dinamiklerini ele alıyor. 

            Rosine Jozeph Perelberg*Psikanaliz ve Toplumsal Şiddet: Uygarlığın Huzursuzluğu Yeniden” adlı makalesinde, toplumsal şiddeti ve toplu travma yaratan olayları anlamak için psikanalizin elindeki araçları sorguluyor. “Toplumsal” olanın psikanalitik kavramsallaştırmalarda nasıl bir yer tuttuğunu ve birey ile toplum arasındaki ilişkiyi, Freud, Gampel, Puget, Green, Winnicott ve Faimberg gibi konuya önemli katkılarda bulunan yazarların öne sürdüğü kavramlar doğrultusunda inceleyerek ve nihai olarak daha önce öne sürdüğü “katledilmiş baba”, “ölü baba” ve “ölü babanın katli” kavramlarıyla bunları şekillendirerek toplumsal şiddetin bireysel izdüşümlerini ele alıyor.

            Yıllığın ana temasını içeren açılış bölümünü pandeminin psikanaliz çerçevesinde yarattığı değişiklikler ve psikanaliz süreci üzerindeki etkilerini ele alan “Analist İş Başında” bölümü izliyor. Bildiğiniz gibi, pandeminin ortaya çıkışıyla birlikte pandemi ve psikanaliz çerçevesi üzerine hızla pek çok yazı yazıldı ve yoğun ilgi gören webinarlar düzenlendi. Bunlar, analist ve analizanın “dünyalarının örtüştüğü”, konfor alanımızdan çıkmayı gerekli kılan belirsizliklerle dolu bu süreçte bize rehberlik etti. Pandemi henüz bitmemesine rağmen ilk şok atlatıldı ve süreçte belli bir yol kat edildi. Bu sayıda bu konuya yer vermenin, yeni teknolojilerin analiz pratiğine etkilerini après-coup anlamlandırmamıza yardımcı olacağını düşünüyoruz. Bu bölümün ilk makalesi olan “J Vakası: Pandemi Sırasında Psikanalist olarak Çalışmakta farklı analistlerin tartışmasına zemin hazırlamak üzere 50’li yaşlarda, anadili İngilizce olmayan ancak İngilizceyi akıcı şekilde konuşan ve bu dilde çalışan bir kadın analistin sunduğu bir vaka yer alıyor. Gizliliği korumak amacıyla analistin kimliği saklı tutuluyor. Öncelikle J vakasının tarihçesi veriliyor, ardından kapanma sürecinde gerçekleştirilen üç teleanaliz seansı sunuluyor. Vaka sunumunu Francis Grier (Britanya Psikanaliz Cemiyeti), Bernard Chervet (Paris Psikanaliz Cemiyeti), Lena Theodorou Ehrlich (Michigan Psikanaliz Enstitüsü) ve Abbot A. Bronstein’in (San Francisco Psikanaliz Merkezi) vaka üzerine tartışmalarını içeren yazıları izliyor.

Francis Grier, klostro-agorafobik ikilemle aşırı derecede meşgul olduğunu düşündüğü J vakasının bu ikileminin, COVID-19 kapanmasının getirdiği çerçeve değişikliğiyle nasıl ortaya çıkabileceğini sorguluyor ve pandemi öncesi ve sonrası gerçekleşen seansları karşılaştırıyor. Bu vakada, dış gerçeklikteki değişime rağmen psikanaliz sürecinin devam edebilecek kadar güçlü olduğunu, bunun sadece analist ve analizanın beş yıllık sıkı analiz geçmişlerine bağlı olmadığını, seans odasına geri dönme beklentisi içinde oldukları için telefonda gerçekleşen seansları hayali birlikteliklerini simgesel olarak yeniden yaratmak için kullanmalarına bağlı olduğunu ileri sürüyor. 

Bernard Chervet’ye göre, beş yıldır analizde olan J’nin pandemi öncesi ve sonrasını yansıtan seansları “görüşme odasındaki ile uzaktan yapılan seanslar (uzaktan analiz) arasındaki farklar üzerine olan düşünceleri paylaşmak için açıkça bir davettir. Bulaşıcı bir hastalık riski çerçeve değişikliğini dayatmıştır. Dayatılmış bağlamı göz önünde bulundurmak önemlidir. Bu sebeple, bu bağlamla ilişkili çağrışımsal söylem ikinci bir seviyede dinlemeyi gerekli kılar”. Pandemi öncesindeki iki seansta “klasik çerçevenin ve temel kuralın teşvik ettiği gerilemenin cazibesi ve buna karşı geliştirilen direnç hâkimdir”. Oysa pandemi sonrasındaki seanslar güncel travmanın etkisi altındadır ve “çocukluktan erişkinliğe uzanan gelişimsel  ilerlemeye  ilişkindir, hayalleme ve düşlemler yolu ile çocukluk veya bebeklik dönemine ait gerileyici içeriklere neredeyse hiç erişim vermezler”. Yazar sonradan etki, anılarla hatırlama, içeriksiz hatırlama ya da eylemle hatırlama, ilerleyici ve gerilemeci süreçler, çocukluk çağı ve özdeşleşimsel geçmiş, Oidipus nitelikli nesneler gibi metapsikolojik kavramları kliniğin içinden çalıştırıyor ve gösteriyor.

            Lena Theodorou Ehrlich, bu makaleyi ofiste ve telefonda gerçekleştirilen analiz seanslarındaki süreçleri karşılaştırarak incelemek için bir fırsat olarak görüyor. Analistin bu beş yıllık analizden elde ettiği geniş klinik malzemeden seçtiği kısımların bilinçdışı veya önbilinçli aktarım/karşıaktarım tezahür ve canlandırmalarının onda uyandırdığı çağrışımları temsil ettiğini varsayıyor. Telefonda buluşmanın analiz sürecini nasıl etkilemiş olabileceğini ele alırken ofisteki seans ile teleseans arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri tartışıyor. Bir analistin telefonda analiz çerçevesinden analitik fayda sağlamasında belirleyici olan etkenlerden birinin analistin çerçeveye yönelik karşıaktarımı olduğunu öne sürüyor ve analistleri şu konuda uyarıyor: “Analistin telefonda analiz çerçevesine karşı bilinçli veya bilinçdışı bir önyargısı varsa, hastalarının çerçeveye tepkilerini, ofisteki çerçevede olduğu gibi direnç ve/veya aktarım/karşıaktarım tezahürleri olarak görmeyebilir ve bu sebeple bunları anlamlandırma fırsatını kaçırabilir”.

            Abbot A. Bronstein pandemi nedeniyle J’nin teleseanslarla devam eden analizine bu yeni ortamın getirdiği değişikler açısından bakıyor. Yeni psikanalitik ortamı “Artık, üç değil iki boyutlu bir ortam kullanmak durumundaydık; hâlâ canlı ve karşılıklı etkileşimin olduğu bir ortamdı bu, ancak alışılmış işaretler yoktu ve gayet sıra dışı bazı ilaveler vardı” sözleriyle tanımlıyor. Bronstein tartışmasında, bu yeni bağlam içerisinde analistin, yorumlarının anlamlı ve yerinde olmasını sağlayan canlı bir aktarım ilişkisi bulup bulamayacağı sorusuna yanıt arıyor. Teleanalizde hastalarımızın kişisel dünyalarına farklı bir şekilde nüfuz ettiğimizi vurgulayan yazar bu yeni durumun doğurduğu olası sonuçları normalleştirerek sessizce geçiştirmek yerine bu farklılığı kabul etmemizin ve hep akılda tutmamızın önemli olduğunu belirtiyor.  J vakasından ele aldığı örnekler bu görüşünü destekliyor.

            “Analist İş Başında” bölümünden sonra, Yıllık üstbenlik konulu üç makaleyle devam ediyor. Heinz Weiss*, “Üstbenliğin Kısa Tarihi ile Birlikte Üç Makaleye Giriş” makalesinde Freud’un çalışmasında üstbenlik kavramının kökenini ve kavramın farklı psikanaliz gelenekleri tarafından daha ileri seviyede derinlemesine işlenmesini inceliyor. Ayrıca IJP’de yer alan üstbenlik üzerine üç makaleyi de tanıtıyor. Bu makalelerden “Sapkın ve Psikotik Üstbenlik” (F. de Masi) ile “Sosyolojik ve Sosyo-Psikolojik Analizlerde Üstbenlik Kavrayışları” (V. King, G. Shmid Noerr) Yıllık’ın bu sayısında da yer alıyor. Weiss’ın makalesi birçok kuramcının üstbenliği nasıl ele aldığına dair çalışmaları izleyen bir bakışa sahip. Weiss, ilk olarak kavramın kurucusu Freud’un çalışmalarını inceliyor. Freud’a göre üstbenliğin sadece ilk iç nesne olmadığını aynı zamanda  bireysel ruhsal yapı ile toplum ve toplulukları kavrayış arasındaki bağ olduğunu vurguluyor. Makalenin devamında Fenichel’in “cezalandırma ihtiyacından” bahsederek, benlik psikolojisi geleneğindeki benlik ve üstbenlik arasındaki ilişkiye değiniyor. Fransa’da René Laforgue’nin üstbenliğin sadizmi ve bu sadizmin benliği “dönüştürmek” ve hükmetmek için uyguladığı baskıyı ifade etmesi ile Melanie Klein’ın çalışmalarında üstbenliğin izlerine yer veriyor.

            Franco De Masi* “Sapkın ve Psikotik Üstbenlik” adlı makalesinde, kökeni, anlamı ve işlevi göz önüne alındığında üstbenliğin, klinik psikanaliz çalışmasında gözlemlenen patolojik çarpıtmalardan kolayca etkilendiğini tartışıyor. İlkel üstbenlik ile onun patolojik karşılığı arasında bir ayrım yapılması gerektiğini belirtiyor. Bazı klinik durumlar ilkel yönleri belirgin şekilde ön planda olan bir üstbenliği içerirken, diğer durumlarda baştan çıkarıcı, baskın veya göz korkutan yönleri ortak olsa bile ilkel üstbenlikten kaynaklanmayan psikopatolojik yapılarla karşılaşıldığını öne sürüyor.

            Vera King ve Gunzelin Schmid Noerr’nin “Sosyolojik ve Sosyo-Politik Analizlerde Üstbenlik Kavrayışlarıbaşlıklı makalesi, üstbenliğin hem psikanalitik kavrayışını hem de toplumsal oluşumlarını ele alarak üstbenlik kavramına dair tarihsel bir bakış sunuyor. Sosyoloji ve psikanaliz arasındaki ilişkiden hareketle bu makale, üstbenlik kavramı ve ona bağlı olarak otoriterliğin oluşumu ve dinamiklerini ele alıyor. Otoritercilik, uyum ve ahlâk kavramlarıyla ilgili Freud’un kültürel analizleriyle bağlantılı olarak Frankfurt Okulunun otoriter kişilik üzerine yaptığı çalışmalara yer veriliyor. Son olarak, dijital dünyada üstbenliğin dışsallaştırılmasının ve utanç duygusunun günümüzdeki tezahürleri örneklerle paylaşılıyor.

            Daha önceki sayılarda “Can Sıkıntısı Üzerine: Ruhsallığın Kapsüllenmiş Parçalarıyla Yakın Bir Karşılaşma” (2010) ile “Duraklamayı Aşmak: Hayalleme, Rüyalaştırma, Karşı-Rüyalaştırma” (2014) metinlerine yer verdiğimiz Avner Bergstein “Şiddetli Coşkular ve Yaşamın Şiddeti” başlıklı makalesinde, Bion’un düşüncesine dayanarak şiddetin, bireyin zihinsel olarak derinlemesine işleyemediği miktarda bir uyarılmanın sonucu olabileceği fikrini öne sürüyor. Coşkusal parçalar kapsayıcı bir nesnede yuva bulamadıklarında yansıtmanın ağırlaşıp yoğunlaştığı bir kısır döngü başlar. Bozulmuş bir düşünme kapasitesi, dayanılmaz bir çalkantı yaratan veya çoğu zaman isimsiz bir dehşetle sonuçlanan bir içsel işkence hali oluşturarak şiddete özgü coşkuların fiziksel ifadesine katkıda bulunur. Bergstein, kişinin coşkusal gerçekliğiyle temas halinde olma zorunluluğuyla, bu karşılaşmanın gerektirdiği aşırı acıdan kendini koruma ihtiyacı arasında sürekli olarak yinelenen mücadelenin ömür boyu sürdüğünü öne sürüyor. Yazar, acı verici ruhsal gerçeklikle temasa geçmeye karşı hem analistte hem de analizanda devreye giren yoğun güçleri klinik malzeme üzerinden ele alıyor.         Bjorn Salomonsson’un Ebeveyn-Bebek Terapisinden Esinlenen Erişkin Psikanalizi: Bebeklik Dönemi Travmasını Yeniden İnşa Etme” adlı makalesinin hem çocuklarla hem de erişkinlerle çalışan uzmanların ilgisini çekeceğini düşünüyoruz. Salomonsson bu makalede Bebekler ve Ebeveynlerle Psikodinamik Terapinin (BEPT), erişkin terapisinde çalışmaya nasıl ilham verebileceğini bir klinik örnekle tartışıyor. Yazara göre BEPT’yi çocuk çalışmasından ayıran önemli bir özellik vardır; çocuk terapisti ebeveynlerle ayrı görüşürken, BEPT terapisti bebek ve ebeveyn(ler)le birlikte görüşür. Bir çocuk kelimelerin sözlük anlamlarını anlar, oysa bebek anlamaz. Salomonsson Freud gibi çocukluk çağı kalıntılarının erişkinde var olmaya devam ettiğine inandığı için,BEPT’nin klinisyenlerin bu görüngüyü daha çabuk kavramasına ve deneyimlemesine yardımcı olabileceği varsayımını ortaya atıyor. Bebek ve çocuklarla yapılan psikanalitik çalışmalara ilgi duyan okurlar, Björn Salomonsson’un Majlis Wingberg Salomonsson’la kaleme aldığı, Çocuk ve Psikanaliz başlıklı sayımızda yer alan “Yakınlığın Engelle Karşılaşması ve Yeniden Kurulması: Bir Kız Çocuğun Bebekliğinden Çocuk Psikoterapisine Takibi” (2018) yazısını da okuyabilirler.

            Yıllığın kapanış makalesi, uzmanlık alanı epistemoloji ve psikoloji/psikanaliz tarihi olan akademisyen ve araştırmacı Fatima Caropreso’nun “Sabina Spielrein’ın Dilin Kökeni ve Gelişimine Dair Kuramı”. Caropreso bu makalesinde psikanaliz tarihinin önemli figürü Sabina Spielrein’ın ufuk açıcı iki çalışmasını derinlemesine inceliyor. Yazar, Spielrein’ın dil üzerine özgün bir psikanalitik bakış açısı geliştirdiğini, dilbilim ve nöroloji bilgisini psikanalize özgü hipotezlerle ve kendi gözlemleriyle bir araya getirerek hem dilin hem de düşüncenin kökenlerinin ve işleyişinin anlaşılmasına yenilikçi bir katkı sağladığını ortaya koyuyor. Caropreso’nun da gösterdiği gibi,  Spielrein dilin gelişimiyle ilgili iki ana çalışması olan “Çocuğun ‘Baba’ ve ‘Anne’ Kelimelerinin Kökeni” (1922) ve “Çocukların Düşüncesi, Afazi ve Bilinçaltı Düşünce Arasındaki Bazı Benzerlikler” (1923) isimli makalelerinde dilin bilinçaltından yaratıldığını ve bu nedenle dilsel boyutun bizi hep çocuksu düşünce deneyimine ve süreçlerine götürdüğünü oraya koymaktadır. Çocuksu düşünceler ise ataların deneyimiyle olan bağlarıyla bütünsel anlamlarına kavuşur. Caropreso’nun çalışması psikanaliz içinden ve dışından dilbilimle ilgilenen araştırmacıların ilgisini çekecek farklı ve üretken bir bakış açısı sunuyor.

           Son olarak; The International Journal of Psychoanalysis‘te yayımlanan bazı güncel makaleleri PEP’te yer alan IJP Open bölümünden yayımlanmadan önce okuyabilir, yorumlarınızla makalelere katkıda bulunabilirsiniz. Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’yla ilgili haber ve gelişmelere Facebook (https://www.facebook.psikanalizyilligi.com), Twitter (PsikanalizYll) ve bloğumuzdan (http://psikanalizyilligi.com) ulaşabileceğinizi hatırlatır, keyifli ve verimli okumalar dileriz.

MELİS TANIK SİVRİ, Haziran 2020

Türkçe Uluslararası Psikanaliz Yıllığı Editörü

KAYNAKÇA

Ararat, M., Bayazıt, M., Başbay, P. Alkan, S. (2021, Mart 12). Salgın Sürecinde Çalışma Hayatı ve Ev İçi        Şiddet. Haziran 2021 tarihinde, https://turkey.unfpa.org/sites/default/files/pub-pdf/badv_salginsurecindeevicisiddetvecalismahayati_2021.p adresinden alınmıştır.

Bergstein, A. (2010). Can sıkıntısı üzerine: Ruhsallığın kapsüllenmiş parçalarıyla yakın bir karşılaşma. (Ş. Postacı Sunar, Çev.), Ulusl. Psikanaliz Yıllığı, 2, 99-199.

Bergstein, A. (2014). Duraklamayı aşmak: Hayalleme, rüyalaştırma, karşı-rüyalaştırma. (M. Tanık Sivri, Çev.), Ulusl. Psikanaliz Yıllığı, 6, 153-186.

Salomonsson, B., Wingberg Salomonsson, M. (2018). Yakınlığın engelle karşılaşması ve yeniden kurulması: Bir kız çocuğun bebekliğinden çocuk psikoterapisine takibi. Ulusl. Psikanaliz Yıllığı, 10, 1-19. 


* R. J. Perelberg’in geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz. “Kadına Kadına Analizlerde Aşk ve Melankoli (UPY 2018, Çev. M. Tanık Sivri); “Olumsuz Varsanılar, Rüyalar ve Varsanılar: Çerçeveleyen Yapı ve Analitik Ortamdaki Temsili” (UPY 2017, Çev. N. Erdem). 

* H. Weiss’ın geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz.” Yapısal Bir İlke ve Zihinsel Yaşamın Örgütleyicisi Olarak Bilinçdışı Düşlem: Kavramın Freud’dan Klein ve Takipçilerinden Bazılarına Uzanan Evrimi” (UPY 2018, Çev. N. Taşkıntuna).

* F. de Masi’nin geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz. “Ölüm Dürtüsü Kavramı Klinik Alanda Hâlâ Kullanışlı mı?” (UPY 2016, Çev. N. Taşkıntuna).

Yorum bırakın

Filed under Çağdaş psikanaliz makaleleri, IJP Yıllık, The International Journal of Psychoanalysis Turkey, Yıllık 2022

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2022 kitapçılarda!

Değerli Okurlarımız, öncelikle ülkemizde yakın zamanda yaşanan depremler nedeniyle yakınlarını kaybedenlere başsağlığı, yaralananlara geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

“Travma” başlığını taşıyan 14. sayımız İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları “Psike İstanbul Psikanaliz Kitaplığı” içerisinde yayımlandı. UPY 2022 seçkisi, “toplumsal acı/toplumsalın acısı” konusuna odaklanan önceki sayıyla süreklilik içinde tasarlandı.

Seçki, “travma” kavramını kuramsal ve klinik yönleriyle inceleyen makalelerin yanı sıra pandemi sürecinde değişen psikanaliz çerçevesinin aktarım-karşıaktarım dinamikleri üzerindeki etkisini çocuk, ergen ve yetişkin vaka örnekleri üzerinden tartışan çağdaş yazıları içeriyor. Seçkide ayrıca T. H. Ogden, G. Civitarese ve C. Chabert gibi çağdaş psikanalistlerin sırasıyla D. W. Winnicott, W. H. Bion ve D. Anzieu gibi usta psikanalistlerin seçili makaleleri üzerine yeniden okumaları da yer alıyor.

ULUSLARARASI PSİKANALİZ YILLIĞI 2022: TRAVMA

İÇİNDEKİLER

✪ Sunuş MELİS TANIK SİVRİ

✪ Travmanın Psikanalizde Kavramlaştırılmasına Giriş HEINZ WEISS

✪ Freud’un Yapıtının Bütününde Travma Yaratıcı Unsur ve Après-Coup Çalışması BERNARD CHERVET

✪ Winnicott’ un Travma Kavramı JAN ABRAM

✪ Travma, Süreç ve Temsil HOWARD B. LEVINE

✪ Boş Divan: Kapanma Günlerinde Aşk ve Yas ROSINE JOZEF PERELBERG

✪ Oyun ve Sanal Gerçeklik: COVID-19 Pandemisinde Çocuklarla ve Ergenlerle Teleanaliz MONICA BOMBA, JULIA-FLORE ALIBERT, JOHANNA VELT

✪ Canlı Ne Anlama Gelir: Winnicott’un “Geçiş Nesneleri ve Geçiş Görüngüleri” Üzerine THOMAS H. OGDEN

✪ Yorumun Sınırları. Bion’un “Kibir Üzerine” Makalesinin Bir Okuması GIUSEPPE CIVITARESE

✪ Didier Anzieu: Psikanaliz, Hâlâ! CATHERINE CHABERT

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2022 kitapçılarda! için yorumlar kapalı

Filed under IJP Yıllık, Yıllık 2022

IJP Psikanaliz Yıllıkları Baş Editörü

Değerli Okurlarımız, 

Editörümüz eğitim analisti Melis Tanık Sivri’nin The International Journal of Psychoanalysis (IJP) Yıllıkları‘nın Baş Editörlüğü görevine getirildiğini duyurmaktan memnuniyet duyuyor ve kendisini yürekten kutluyoruz. 

Melis Tanık Sivri baş editörlük görevini eğitim analisti Nilüfer Erdem’den devraldı. Nilüfer Erdem’e 2016 yılından bu yana IJP Yıllıklarına uluslararası alandaki değerli katkılarından dolayı teşekkür ederiz.

Fransızca, Almanca, İtalyanca, Türkçe, Rusça, Yunanca, Romence, İspanyolca ve Portekizce Yıllıklardan oluşan IJP Yıllıkları ile ilgili ayrıntılı bilgiyi  http://www.theijp.org/annuals/ sayfasında bulabilirsiniz.

Türkçe Uluslararası Psikanaliz Yıllığı Yayın Kurulu: Melis Tanık Sivri (Editör), Aslı Day (Yardımcı Editör), Şeyda Sunar Postacı (Yardımcı Editör), Aslı Kuruoğlu, Bella Habip, Nilgün Taşkıntuna, Nilüfer Erdem

IJP Psikanaliz Yıllıkları Baş Editörü için yorumlar kapalı

Filed under IJP Yıllık

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2021


Uluslararası Psikanaliz Yıllığının 13. sayısıyla okurlarımızla tekrar buluşmaktan dolayı mutluyuz. Bu sayının ana temasını “Toplumsal Acı/Toplumsalın Acısı” olarak belirledik.
            Geçen sayının son hazırlıkları COVID-19 salgınının başlangıç dönemine denk gelmişti. Bu sayı da salgının hız kesmeden devam ettiği zorlu bir dönemde yayına hazırlandı. Aşılamanın başlaması ve yaygınlaşması umut verici olsa da birbiri ardına yaşanan kayıplar, kayıp ve ölüm tehdidinin yarattığı kaygı, korku, şaşkınlık ve inkâr gibi çeşitli duygular kolektif ruhsallığa damgasını vurdu. Kapanma ve kısıtlamalarla birlikte dünya genelinde etnik azınlık gruplarına, göçmenler, mülteciler, evsizler, LGBTİ+ bireyler gibi ötekileştirilen gruplara yönelik şiddet arttı. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi raporuna göre, küresel olarak 15 ile 49 yaşları arasındaki 200 milyonu aşkın kadın ve kız çocuğu ev içi şiddete maruz kaldı (Ararat, Bayazıt, Başbay, Alkan, 2021). Türk Tabipler Birliği, doktorların ve sağlık çalışanlarının hasta ve hasta yakınları tarafından şiddete uğramaları da dahil olmak üzere içinde bulundukları zor koşulları sarsıcı bir sosyal medya etiketiyle ifade etti: #ölüyoruz. Doğayı ve doğadaki tüm canlıları etkileyen insan eliyle yaratılan şiddet ve felaket, son olarak da kıyıları müsilajla kaplanan Marmara Denizini vurdu. Yukarıda belirtilen dış gerçeklikteki travma nitelikli tüm bu deneyimler ve bunların tetiklediği toplumsal acı, seans odasına farklı şekillerde nüfuz ederek çeşitli aktarım-karşıaktarım düzenlenişlerini ortaya çıkartıyor. Peki ama “toplumsal” olanın, “toplumsal acı” ya da “toplumsalın acısı” kavramlarının psikanaliz kuramındaki yeri nedir; bu kavramlar psikanalitik olarak nasıl tanımlanır? Yıllığın açılış bölümünde yer alan yazılar işte bu sorulara yanıt arıyor.
            Yıllık’ta yer alan ilk yazı, Mayıs 2021’de kaybettiğimiz The International Journal of Psychoanalysis’in  (IJP) Avrupa editörü Jorge Canestri’ye ait. Canestri, “Gampel ve Puget’nin Çalışmalarına Giriş” başlıklı metninde, Yolanda Gampel’in “El dolor de lo social” (“Toplumsalın Acısı”) ve Janine Puget’nin “Qué difícil es pensar uncertidumbre y perplejidad” (“Belirsizliği ve Şaşkınlığı Düşünmek Ne Denli Zor”) başlıklı makalelerini güncel bir bağlam içine oturtuyor. Canestri 2002 tarihli bu iki makalenin IJP’de yayımlanma serüvenini ve bugün neden önemli olduklarını anlatıyor. Gampel ve Puget bu iki metinde psikanaliz kuramında eksik olduğunu düşündükleri bir noktayı irdelerler: “Toplumsal”, “toplumsal öznellik”, “toplumsal acı” ve “toplumsalın acısı” kavramları nasıl tanımlanmalıdır? Canestri, kolektif travmalara güçlü bir psikanalitik bakış getiren Gampel ve Puget’nin çalışmalarını birlikte ele alarak ve görüşlerini anlaşılır bir dille özetleyerek okurun bütünlüklü bir bakış açısı edinmesini kolaylaştırıyor. Psikanaliz alanında önemli katkıları olan Jorge Canestri’yi saygıyla anıyoruz.
            Okurların  uzun yıllardır İstanbul Psikanaliz Derneği’yle bağlantısı üzerinden travma alanındaki katkılarına aşina olabileceği Yolanda Gampel, “Toplumsalın Acısı” adlı makalesinde, “toplumsalın acısını” “bir kolektif olarak insan ilişkilerinden kaynaklanan ıstırap” olarak tanımlıyor ve klinik uygulamada bu deneyimi iletebilen göstereni, Shoah’nın izleri üzerinden giderek sorguluyor. Toplum-devlet şiddetinin etkilerini ifade etmek için “radyoaktivite” terimini bir metafor olarak kullanan Gampel, bu tür şiddetin nasıl ruhsal işleyişin her alanına derinden ve fark edilmeden nüfuz ederek simgeleştirme kapasitesinde hasara yol açtığını İsrail örneği üzerinden ele alıyor. Bu tip travma nitelikli toplumsal şiddet deneyimleri yaşayan bireylerde güvenlik arka planı ile tekinsizlik arka planının etkilendiğini ve travma sonrası ruhsal sağkalım mücadelesinde bu iki arka plan arasındaki bölünmüşlüğe ihtiyaç duyulduğunu ileri sürüyor.  
          Kasım 2020’de kaybettiğimiz Janine Puget, Arjantin’de Kirli Savaş sırasında işkence görmüş kişilerle ve zorla kaybedilenlerin yakınlarıyla klinik alanda çalışmış, toplumsal travma ve grup terapisi alanlarında psikanalize önemli katkıları olan bir klinisyen ve kuramcı. Janine Puget, “Belirsizlik ve Şaşkınlık Hakkında Düşünmek Ne Denli Zor?” başlıklı makalesinde toplumsal acıyı ve toplumsal ıstırabı öznelliklerarası, öznellikiçi, öznellikötesi alanlar açısından yeniden ele alıyor. Toplumsal kavramını kolektif kavramıyla tanımlamayı öneriyor ve kolektifin birlikte olmaktan vínculo (bağ) kurmaya geçtiği zaman özneleştirici potansiyelini edindiğini ileri sürüyor. Toplumsal bir kolektife aidiyetin kişiyi belirsizlik ve öngörülemezlikten koruma yanılsaması yarattığını ve belirsizliğin, şaşkınlık olarak tezahür ettiğini iddia ediyor. Son olarak, Arjantin’de işkence görmüş, politik tehdit altında olan ya da işini kaybettiği için hayatı ve dolayısıyla geçim kaynağı tehdit altında olan hastalarla yapılan klinik çalışmalarından bahsediyor. Puget bir seans örneğiyle bu durumlarla çalışırken ortaya çıkan aktarım-karşıaktarım dinamiklerini ele alıyor. 
            Rosine Jozeph Perelberg* “Psikanaliz ve Toplumsal Şiddet: Uygarlığın Huzursuzluğu Yeniden” adlı makalesinde, toplumsal şiddeti ve toplu travma yaratan olayları anlamak için psikanalizin elindeki araçları sorguluyor. “Toplumsal” olanın psikanalitik kavramsallaştırmalarda nasıl bir yer tuttuğunu ve birey ile toplum arasındaki ilişkiyi, Freud, Gampel, Puget, Green, Winnicott ve Faimberg gibi konuya önemli katkılarda bulunan yazarların öne sürdüğü kavramlar doğrultusunda inceleyerek ve nihai olarak daha önce öne sürdüğü “katledilmiş baba”, “ölü baba” ve “ölü babanın katli” kavramlarıyla bunları şekillendirerek toplumsal şiddetin bireysel izdüşümlerini ele alıyor.
            Yıllığın ana temasını içeren açılış bölümünü pandeminin psikanaliz çerçevesinde yarattığı değişiklikler ve psikanaliz süreci üzerindeki etkilerini ele alan “Analist İş Başında” bölümü izliyor. Bildiğiniz gibi, pandeminin ortaya çıkışıyla birlikte pandemi ve psikanaliz çerçevesi üzerine hızla pek çok yazı yazıldı ve yoğun ilgi gören webinarlar düzenlendi. Bunlar, analist ve analizanın “dünyalarının örtüştüğü”, konfor alanımızdan çıkmayı gerekli kılan belirsizliklerle dolu bu süreçte bize rehberlik etti. Pandemi henüz bitmemesine rağmen ilk şok atlatıldı ve süreçte belli bir yol kat edildi. Bu sayıda bu konuya yer vermenin, yeni teknolojilerin analiz pratiğine etkilerini après-coup anlamlandırmamıza yardımcı olacağını düşünüyoruz. Bu bölümün ilk makalesi olan “J Vakası: Pandemi Sırasında Psikanalist Olarak Çalışmak”ta farklı analistlerin tartışmasına zemin hazırlamak üzere 50’li yaşlarda, anadili İngilizce olmayan ancak İngilizceyi akıcı şekilde konuşan ve bu dilde çalışan bir kadın analistin sunduğu bir vaka yer alıyor. Gizliliği korumak amacıyla analistin kimliği saklı tutuluyor. Öncelikle J vakasının tarihçesi veriliyor, ardından kapanma sürecinde gerçekleştirilen üç teleanaliz seansı sunuluyor. Vaka sunumunu Francis Grier (Britanya Psikanaliz Cemiyeti), Bernard Chervet (Paris Psikanaliz Cemiyeti), Lena Theodorou Ehrlich (Michigan Psikanaliz Enstitüsü) ve Abbot A. Bronstein’in (San Francisco Psikanaliz Merkezi) vaka üzerine tartışmalarını içeren yazıları izliyor.
            Francis Grier, klostro-agorafobik ikilemle aşırı derecede meşgul olduğunu düşündüğü J vakasının bu ikileminin, COVID-19 kapanmasının getirdiği çerçeve değişikliğiyle nasıl ortaya çıkabileceğini sorguluyor ve pandemi öncesi ve sonrası gerçekleşen seansları karşılaştırıyor. Bu vakada, dış gerçeklikteki değişime rağmen psikanaliz sürecinin devam edebilecek kadar güçlü olduğunu, bunun sadece analist ve analizanın beş yıllık sıkı analiz geçmişlerine bağlı olmadığını, seans odasına geri dönme beklentisi içinde oldukları için telefonda gerçekleşen seansları hayali birlikteliklerini simgesel olarak yeniden yaratmak için kullanmalarına bağlı olduğunu ileri sürüyor. 
            Bernard Chervet’ye göre, beş yıldır analizde olan J’nin pandemi öncesi ve sonrasını yansıtan seansları “görüşme odasındaki ile uzaktan yapılan seanslar (uzaktan analiz) arasındaki farklar üzerine olan düşünceleri paylaşmak için açıkça bir davettir. Bulaşıcı bir hastalık riski çerçeve değişikliğini dayatmıştır. Dayatılmış bağlamı göz önünde bulundurmak önemlidir. Bu sebeple, bu bağlamla ilişkili çağrışımsal söylem ikinci bir seviyede dinlemeyi gerekli kılar”. Pandemi öncesindeki iki seansta “klasik çerçevenin ve temel kuralın teşvik ettiği gerilemenin cazibesi ve buna karşı geliştirilen direnç hâkimdir”. Oysa pandemi sonrasındaki seanslar güncel travmanın etkisi altındadır ve “çocukluktan erişkinliğe uzanan gelişimsel  ilerlemeye  ilişkindir, hayalleme ve düşlemler yolu ile çocukluk veya bebeklik dönemine ait gerileyici içeriklere neredeyse hiç erişim vermezler”. Yazar sonradan etki, anılarla hatırlama, içeriksiz hatırlama ya da eylemle hatırlama, ilerleyici ve gerilemeci süreçler, çocukluk çağı ve özdeşleşimsel geçmiş, Oidipus nitelikli nesneler gibi metapsikolojik kavramları kliniğin içinden çalıştırıyor ve gösteriyor.
            Lena Theodorou Ehrlich, bu makaleyi ofiste ve telefonda gerçekleştirilen analiz seanslarındaki süreçleri karşılaştırarak incelemek için bir fırsat olarak görüyor. Analistin bu beş yıllık analizden elde ettiği geniş klinik malzemeden seçtiği kısımların bilinçdışı veya önbilinçli aktarım/karşıaktarım tezahür ve canlandırmalarının onda uyandırdığı çağrışımları temsil ettiğini varsayıyor. Telefonda buluşmanın analiz sürecini nasıl etkilemiş olabileceğini ele alırken ofisteki seans ile teleseans arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri tartışıyor. Bir analistin telefonda analiz çerçevesinden analitik fayda sağlamasında belirleyici olan etkenlerden birinin analistin çerçeveye yönelik karşıaktarımı olduğunu öne sürüyor ve analistleri şu konuda uyarıyor: “Analistin telefonda analiz çerçevesine karşı bilinçli veya bilinçdışı bir önyargısı varsa, hastalarının çerçeveye tepkilerini, ofisteki çerçevede olduğu gibi direnç ve/veya aktarım/karşıaktarım tezahürleri olarak görmeyebilir ve bu sebeple bunları anlamlandırma fırsatını kaçırabilir”.
            Abbot A. Bronstein pandemi nedeniyle J’nin teleseanslarla devam eden analizine bu yeni ortamın getirdiği değişikler açısından bakıyor. Yeni psikanalitik ortamı “Artık, üç değil iki boyutlu bir ortam kullanmak durumundaydık; hâlâ canlı ve karşılıklı etkileşimin olduğu bir ortamdı bu, ancak alışılmış işaretler yoktu ve gayet sıra dışı bazı ilaveler vardı” sözleriyle tanımlıyor. Bronstein tartışmasında, bu yeni bağlam içerisinde analistin, yorumlarının anlamlı ve yerinde olmasını sağlayan canlı bir aktarım ilişkisi bulup bulamayacağı sorusuna yanıt arıyor. Teleanalizde hastalarımızın kişisel dünyalarına farklı bir şekilde nüfuz ettiğimizi vurgulayan yazar bu yeni durumun doğurduğu olası sonuçları normalleştirerek sessizce geçiştirmek yerine bu farklılığı kabul etmemizin ve hep akılda tutmamızın önemli olduğunu belirtiyor.  J vakasından ele aldığı örnekler bu görüşünü destekliyor.
            “Analist İş Başında” bölümünden sonra, Yıllık üstbenlik konulu üç makaleyle devam ediyor. Heinz Weiss*, “Üstbenliğin Kısa Tarihi ile Birlikte Üç Makaleye Giriş” makalesinde Freud’un çalışmasında üstbenlik kavramının kökenini ve kavramın farklı psikanaliz gelenekleri tarafından daha ileri seviyede derinlemesine işlenmesini inceliyor. Ayrıca IJP’de yer alan üstbenlik üzerine üç makaleyi de tanıtıyor. Bu makalelerden “Sapkın ve Psikotik Üstbenlik” (F. de Masi) ile “Sosyolojik ve Sosyo-Psikolojik Analizlerde Üstbenlik Kavrayışları” (V. King, G. Shmid Noerr) Yıllık’ın bu sayısında da yer alıyor. Weiss’ın makalesi birçok kuramcının üstbenliği nasıl ele aldığına dair çalışmaları izleyen bir bakışa sahip. Weiss, ilk olarak kavramın kurucusu Freud’un çalışmalarını inceliyor. Freud’a göre üstbenliğin sadece ilk iç nesne olmadığını aynı zamanda  bireysel ruhsal yapı ile toplum ve toplulukları kavrayış arasındaki bağ olduğunu vurguluyor. Makalenin devamında Fenichel’in “cezalandırma ihtiyacından” bahsederek, benlik psikolojisi geleneğindeki benlik ve üstbenlik arasındaki ilişkiye değiniyor. Fransa’da René Laforgue’nin üstbenliğin sadizmi ve bu sadizmin benliği “dönüştürmek” ve hükmetmek için uyguladığı baskıyı ifade etmesi ile Melanie Klein’ın çalışmalarında üstbenliğin izlerine yer veriyor.
            Franco De Masi* “Sapkın ve Psikotik Üstbenlik” adlı makalesinde, kökeni, anlamı ve işlevi göz önüne alındığında üstbenliğin, klinik psikanaliz çalışmasında gözlemlenen patolojik çarpıtmalardan kolayca etkilendiğini tartışıyor. İlkel üstbenlik ile onun patolojik karşılığı arasında bir ayrım yapılması gerektiğini belirtiyor. Bazı klinik durumlar ilkel yönleri belirgin şekilde ön planda olan bir üstbenliği içerirken, diğer durumlarda baştan çıkarıcı, baskın veya göz korkutan yönleri ortak olsa bile ilkel üstbenlikten kaynaklanmayan psikopatolojik yapılarla karşılaşıldığını öne sürüyor.
            Vera King ve Gunzelin Schmid Noerr’nin “Sosyolojik ve Sosyo-Politik Analizlerde Üstbenlik Kavrayışlarıbaşlıklı makalesi, üstbenliğin hem psikanalitik kavrayışını hem de toplumsal oluşumlarını ele alarak üstbenlik kavramına dair tarihsel bir bakış sunuyor. Sosyoloji ve psikanaliz arasındaki ilişkiden hareketle bu makale, üstbenlik kavramı ve ona bağlı olarak otoriterliğin oluşumu ve dinamiklerini ele alıyor. Otoritercilik, uyum ve ahlâk kavramlarıyla ilgili Freud’un kültürel analizleriyle bağlantılı olarak Frankfurt Okulunun otoriter kişilik üzerine yaptığı çalışmalara yer veriliyor. Son olarak, dijital dünyada üstbenliğin dışsallaştırılmasının ve utanç duygusunun günümüzdeki tezahürleri örneklerle paylaşılıyor.
            Daha önceki sayılarda “Can Sıkıntısı Üzerine: Ruhsallığın Kapsüllenmiş Parçalarıyla Yakın Bir Karşılaşma” (2010) ile “Duraklamayı Aşmak: Hayalleme, Rüyalaştırma, Karşı-Rüyalaştırma” (2014) metinlerine yer verdiğimiz Avner Bergstein “Şiddetli Coşkular ve Yaşamın Şiddeti” başlıklı makalesinde, Bion’un düşüncesine dayanarak şiddetin, bireyin zihinsel olarak derinlemesine işleyemediği miktarda bir uyarılmanın sonucu olabileceği fikrini öne sürüyor. Coşkusal parçalar kapsayıcı bir nesnede yuva bulamadıklarında yansıtmanın ağırlaşıp yoğunlaştığı bir kısır döngü başlar. Bozulmuş bir düşünme kapasitesi, dayanılmaz bir çalkantı yaratan veya çoğu zaman isimsiz bir dehşetle sonuçlanan bir içsel işkence hali oluşturarak şiddete özgü coşkuların fiziksel ifadesine katkıda bulunur. Bergstein, kişinin coşkusal gerçekliğiyle temas halinde olma zorunluluğuyla, bu karşılaşmanın gerektirdiği aşırı acıdan kendini koruma ihtiyacı arasında sürekli olarak yinelenen mücadelenin ömür boyu sürdüğünü öne sürüyor. Yazar, acı verici ruhsal gerçeklikle temasa geçmeye karşı hem analistte hem de analizanda devreye giren yoğun güçleri klinik malzeme üzerinden ele alıyor.
        Bjorn Salomonsson’un “Ebeveyn-Bebek Terapisinden Esinlenen Erişkin Psikanalizi: Bebeklik Dönemi Travmasını Yeniden İnşa Etme” adlı makalesinin hem çocuklarla hem de erişkinlerle çalışan uzmanların ilgisini çekeceğini düşünüyoruz. Salomonsson bu makalede Bebekler ve Ebeveynlerle Psikodinamik Terapinin (BEPT), erişkin terapisinde çalışmaya nasıl ilham verebileceğini bir klinik örnekle tartışıyor. Yazara göre BEPT’yi çocuk çalışmasından ayıran önemli bir özellik vardır; çocuk terapisti ebeveynlerle ayrı görüşürken, BEPT terapisti bebek ve ebeveyn(ler)le birlikte görüşür. Bir çocuk kelimelerin sözlük anlamlarını anlar, oysa bebek anlamaz. Salomonsson Freud gibi çocukluk çağı kalıntılarının erişkinde var olmaya devam ettiğine inandığı için,BEPT’nin klinisyenlerin bu görüngüyü daha çabuk kavramasına ve deneyimlemesine yardımcı olabileceği varsayımını ortaya atıyor. Bebek ve çocuklarla yapılan psikanalitik çalışmalara ilgi duyan okurlar, Björn Salomonsson’un Majlis Wingberg Salomonsson’la kaleme aldığı, Çocuk ve Psikanaliz başlıklı sayımızda yer alan “Yakınlığın Engelle Karşılaşması ve Yeniden Kurulması: Bir Kız Çocuğun Bebekliğinden Çocuk Psikoterapisine Takibi” (2018) yazısını da okuyabilirler.
            Yıllığın kapanış makalesi, uzmanlık alanı epistemoloji ve psikoloji/psikanaliz tarihi olan akademisyen ve araştırmacı Fatima Caropreso’nun “Sabina Spielrein’ın Dilin Kökeni ve Gelişimine Dair Kuramı”. Caropreso bu makalesinde psikanaliz tarihinin önemli figürü Sabina Spielrein’ın ufuk açıcı iki çalışmasını derinlemesine inceliyor. Yazar, Spielrein’ın dil üzerine özgün bir psikanalitik bakış açısı geliştirdiğini, dilbilim ve nöroloji bilgisini psikanalize özgü hipotezlerle ve kendi gözlemleriyle bir araya getirerek hem dilin hem de düşüncenin kökenlerinin ve işleyişinin anlaşılmasına yenilikçi bir katkı sağladığını ortaya koyuyor. Caropreso’nun da gösterdiği gibi,  Spielrein dilin gelişimiyle ilgili iki ana çalışması olan “Çocuğun ‘Baba’ ve ‘Anne’ Kelimelerinin Kökeni” (1922) ve “Çocukların Düşüncesi, Afazi ve Bilinçaltı Düşünce Arasındaki Bazı Benzerlikler” (1923) isimli makalelerinde dilin bilinçaltından yaratıldığını ve bu nedenle dilsel boyutun bizi hep çocuksu düşünce deneyimine ve süreçlerine götürdüğünü oraya koymaktadır. Çocuksu düşünceler ise ataların deneyimiyle olan bağlarıyla bütünsel anlamlarına kavuşur. Caropreso’nun çalışması psikanaliz içinden ve dışından dilbilimle ilgilenen araştırmacıların ilgisini çekecek farklı ve üretken bir bakış açısı sunuyor.
           Son olarak; The International Journal of Psychoanalysis‘te yayımlanan bazı güncel makaleleri PEP’te yer alan IJP Open bölümünden yayımlanmadan önce okuyabilir, yorumlarınızla makalelere katkıda bulunabilirsiniz. Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’yla ilgili haber ve gelişmelere Facebook (https://www.facebook.psikanalizyilligi.com), Twitter (PsikanalizYll) ve bloğumuzdan (http://psikanalizyilligi.com) ulaşabileceğinizi hatırlatır, keyifli ve verimli okumalar dileriz.
                                                                            
MELİS TANIK SİVRİ, Haziran 2020
Türkçe Uluslararası Psikanaliz Yıllığı Editör


* R. J. Perelberg’in geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz. “Kadına Kadına Analizlerde Aşk ve Melankoli (UPY 2018, Çev. M. Tanık Sivri); “Olumsuz Varsanılar, Rüyalar ve Varsanılar: Çerçeveleyen Yapı ve Analitik Ortamdaki Temsili” (UPY 2017, Çev. N. Erdem). 
* H. Weiss’ın geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz.” Yapısal Bir İlke ve Zihinsel Yaşamın Örgütleyicisi Olarak Bilinçdışı Düşlem: Kavramın Freud’dan Klein ve Takipçilerinden Bazılarına Uzanan Evrimi” (UPY 2018, Çev. N. Taşkıntuna).
* F. de Masi’nin geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz. “Ölüm Dürtüsü Kavramı Klinik Alanda Hâlâ Kullanışlı mı?” (UPY 2016, Çev. N. Taşkıntuna).
                                                                            
 
KAYNAKÇA
Ararat, M., Bayazıt, M., Başbay, P. Alkan, S. (2021, Mart 12). Salgın Sürecinde Çalışma Hayatı ve Ev İçi        Şiddet. Haziran 2021 tarihinde, https://turkey.unfpa.org/sites/default/files/pub-        pdf/badv_salginsurecindeevicisiddetvecalismahayati_2021.p adresinden alınmıştır.

Bergstein, A. (2010). Can sıkıntısı üzerine: Ruhsallığın kapsüllenmiş parçalarıyla yakın bir karşılaşma. (Ş. Postacı Sunar, Çev.), Ulusl. Psikanaliz Yıllığı, 2, 99-199.

Bergstein, A. (2014). Duraklamayı aşmak: Hayalleme, rüyalaştırma, karşı-rüyalaştırma. (M. Tanık Sivri, Çev.), Ulusl. Psikanaliz Yıllığı, 6, 153-186.

Salomonsson, B., Wingberg Salomonsson, M. (2018). Yakınlığın engelle karşılaşması ve yeniden kurulması: Bir kız çocuğun bebekliğinden çocuk psikoterapisine takibi. Ulusl. Psikanaliz Yıllığı, 10, 1-19. 

R. J. Perelberg’in geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz. “Kadına Kadına Analizlerde Aşk ve Melankoli (UPY 2018, Çev. M. Tanık Sivri),”Olumsuz Varsanılar, Rüyalar ve Varsanılar: Çerçeveleyen Yapı ve Analitik Ortamdaki Temsili” (UPY 2017, Çev. N. Erdem). 

H. Weiss’ın geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz. “Yapısal Bir İlke ve Zihinsel Yaşamın Örgütleyicisi Olarak Bilinçdışı Düşlem: Kavramın Freud’dan Klein ve Takipçilerinden Bazılarına Uzanan Evrimi” (UPY 2018, Çev. N. Taşkıntuna).

F. de Masi’nin geçmiş sayılarda yer alan makaleleri için bkz. “Ölüm Dürtüsü Kavramı Klinik Alanda Hâlâ Kullanışlı mı?” (UPY 2016, Çev. N. Taşkıntuna).

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2021 için yorumlar kapalı

Filed under IJP Yıllık

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2020

Uluslararası Psikanaliz Yıllığının “Modern Zamanlarda Dişil ve Oidipus” başlıklı 12. sayısıyla okurlarımıza merhaba diyoruz.

Bu sayının son hazırlıkları tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgını yüzünden evlere çekildiğimiz, psikanalitik çalışmanın öncekinden farklı bir çerçeve içerisinde nasıl hayatta kalabileceğini keşfedip buna uyum sağlamaya çalıştığımız bir dönemde gerçekleşti. Dış gerçekliğin dayattığı koşullar analist-analizan çiftini travma yaratan ortak bir gerçeklik içinde buluşturdu ve analitik ilişkinin dengesini sarstı. Ölümcül bir hastalığın varlığıyla birlikte aynı mekânda – analiz evinde bulunamama durumu farklı seviyelerde deneyimlenen kayıp duygularına, kaygı ve korkulara yol açtı. Hızlı bir değişikliğe maruz kalan analitik ilişkinin kapsama özelliği, analistin içsel çerçevesi, dış kurumsal çerçeve ve bireysel/grup süpervizyonları, destek grupları gibi üst-kapsayan işlevi gören oluşumlarla desteklendi. Çevrimiçi platformlarda gerçekleştirilen bilimsel etkinlikler ve yayınlar sayesinde travmanın kesintiye uğrattığı düşünce süreçlerinin yeniden etkin kılınması için alan açılmış oldu. İçinde bulunduğumuz durum ve sonrasının kuramsal-klinik alandaki etki ve sonuçları üzerine düşünüyor ve anlamlandırmaya çalışıyoruz.

Freud’un yazılarını incelediğimizde, 100 yıl önce gerçekleşen İspanyol gribinin büyük bir yer kaplamadığını fark ederiz: Süregiden Dünya Savaşı’na kıyasla pandemi Freud için ikincil bir öneme sahip gibidir. Bununla birlikte, Freud’un salgın sırasında yanında olamadığı ve birkaç gün içinde kaybettiği büyük kızı Sophie’nin ölümü ile üç sene sonrasında torunu Heinerle’nin erken ölümü onu yas ve melakoli üzerine olan kavramlaştırmasını yeniden düşündürecek şekilde etkiler. Sophie’nin yaşamış olsaydı 36. yaşgününde Ludwig Biswanger’e yazdığı mektupta Freud şöyle der:

“Böyle bir kayıptan sonra akut yas durumunun azalacağını biliyor olsanız da, teselli edilemeyeceğimizi ve asla bir ikame bulamayacağımızı da biliyoruz. Aslında böyle olması gerekiyor. Vazgeçmek istemediğimiz sevgiyi sürdürmenin tek yolu bu.” (E. Freud, 1960, s. 386)

Bilindiği üzere, Freud’un kuramı kendi yaşam deneyimleri ve analizanlarıyla olan klinik deneyimleriyle şekillenir. Örneğin, bilinçdışı işleyişi ve Oidipus karmaşasını babasının ölümünden sonra analiz ettiği kendi rüyaları sayesinde keşfeder. Freud’a göre bu öylesine çığır açıcı bir keşiftir ki “Düşlerin Yorumu”nu bir sene bekletip yeni bir yüzyılın başında, 1900’de yayımlaya karar verir. Freud yazıları boyunca derinlemesine işlediği kavramları daha sonra ele almak üzere bazen bir kenara bırakır, bazen de tamamıyla onlardan vazgeçer. Freud’un (1926) baştan itibaren kafasını meşgul eden konulardan biri de “kara/karanlık kıta” olarak adlandırdığı kadın cinselliği olur. Freud’un kadın cinselliğine dair kuramı (Freud, 1931) her ne kadar kendi çocukluk çağı cinsellik kuramlarının izlerini taşıyan fallus-merkezli bir bakış açısıyla oluşturulmuş olsa da Oidipus öncesi anne ile kurulan yoğun bağın belirleyici özelliğini tespit etmiş ve karanlık kıtayı aydınlatma görevini kendisinden sonra gelen kadın analistlere bırakmıştır.

Freud (1925) için dişilliğin oluşumu, kız çocuğun genital farkın farkına varma anıyla başlar; eksik olan şeyin, penis eksikliğinin tanınması, önceki şeylerin ve olayların yeni bir anlam kazandığı, belirli sonuçları olan ruhsal bir yeniden düzenlemeye yol açar. Freud’un kadın cinselliği hakkındaki fikirleri 1920’lerde bir tartışma yaratır; Klein, Jones ve Horney, kadın genital organına dair erken bir farkındalığın olduğu, içe katan ve alıcı niteliğe sahip olan birincil dişil bir evrenin varlığını (pozitif dişillik) ileri sürerler (Birksted-Breen, 1993). Psikanaliz tarihi boyunca, kadın cinselliğine ilişkin yazıların bir perspektifi diğerine tercih etme eğiliminde olduğu görülür. Birksted- Breen (1993), bizi ileriye taşıyacak bir çıkış yolu önerir: Ona göre dişil cinselliğin çatışmalı bir karakteri olduğu; dişil bilinçdışını örgütleyen unsurlar olarak hem eksiklik deneyiminin hem de temel bir “pozitif dişillik” deneyiminin bir arada var olduğu kabul edilmelidir.  

            Freud’dan günümüze Freudcu düşüncenin temel taşı olan Oidipus karmaşası ve dişilin oluşumunun takip ettiği yol ve bunun sonuçlarıyla ilgili psikanaliz alanında yaygın sorgulamalar mevcuttur. Geçtiğimiz yıl düzenlenen uluslararası bilimsel etkinliklerin arasında sırasıyla Avrupa Psikanaliz Federasyonunun (EPF) “Beden” başlıklı konferansı, Uluslararası Psikanaliz Birliğinin (IPA) “Dişil” temalı kongresi, ilk IPA Toplumsal Cinsiyet Çeşitliliği atölyesi ve son olarak Kadınlar ve Psikanaliz Komitesinin (COWAP) ülkemizde düzenlenen “Kadınlar Kadınları Analiz Ediyor” konferansının gerçekleşmiş olması dikkat çekicidir. Bir sonraki Psikanalitik Bakışlar Sempozyumunun “Yüzyıl Sonra Oidipus Karmaşası” olacağını da ekleyelim. Yayın Kurulu üyeleri olarak biz de Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’nın bu sayısında Temmuz 2019’da Londra’da gerçekleştirilen “Dişil” başlıklı IPA Kongresinde sunulan üç bildiriye yer vermek istedik.

Yıllık dişil ve Oidipus teması altında dört çağdaş makaleyle başlıyor. Dominique Scarfone “Dişil, Analist ve Çocuk Kuramcı” başlıklı makalesinde “dişil” kelimesinin analiz dışı kuramlar açısından asimetrik ve hiyerarşik bir ilişkiyi tanımladığını öne sürüyor ve kelimenin psikanaliz kuramındaki yerini ele alıyor. Bilinçdışının özünde cinsel dürtülerin bulunduğunu ortaya koyarak zamanın en devrimci kuramı olan psikanalizin, kadınlarla ilgili olarak en muhafazakâr ideolojiye yakın durduğunu belirtiyor. Scarfone, Freud’un dişil cinsellik üzerine görüşlerinin 1933’te ulaştığı noktayı, yani kadınları gerçekten iğdiş edilmiş olarak görmesini kadın hastalarının analizinde ortaya çıkan çocukluk çağı cinsellik kuramlarına dayandırdığını öne sürüyor. Laplanche’ın bakış açısıyla Freud’un geleneksel düşünceye karşı yürüttüğü mücadelede yoldan sapması, onun baştan çıkarma kuramını terk edip yerine doğuştan gelen kökensel düşlemlere ilişkin filogenetik kuramı getirmesiyle başlar. Scarfone’ye göre, Freud doğuştan tercüman olan çocuğun tercüme etme çabalarını ki bu çabalar çocuğun büyüdüğü sosyo-kültürel matriks tarafından etkilenirler, doğuştan gelen düşlemlerle karıştırır. Metin, Scarfone’nin ideolojik tuzaklara düşmemek konusunda analistin nasıl bir etik duruşa sahip olması gerektiğine dair düşünceleriyle sona eriyor.

Catherine Chabert Çoğul Dişil: Histeri mi, Mazoşizm mi, Melankoli mi?” başlıklı makalesinde Freudcu düşünce diyalektiğinin ışığında ve Oidipus karmaşası bağlamında dişilin nesne seçimleri ve özdeşleşimlerle yolculuğunu; histerik, mazoşist ve melankolik niteliklerini vaka örnekleriyle inceliyor, okuru bu meseleleri sorgulamaya ve düşünmeye davet ediyor.

Leticia Glocer Fiorini “Dişilin Yapı Sökümü: Söylemler, Mantıklar ve İktidar. Kuramsal-Klinik Sonuçlar” adlı yazısında “dişil” kategorisinin çok anlamlılığına dikkat çekiyor ve eril-dişil ikiciliğini aşmaya çalışıyor. Glocer Fiorini’ye göre, bu ikiciliği aşmak, “farklılık” kategorisinin bulanıklığıyla yakından ilgilenmeyi, cinsel farklılık kavramını yeniden incelemeyi, kızlardaki Oidipus-iğdiş edilme karmaşasına eleştirel yaklaşmayı, baba ve anne işlevlerini yeniden düşünmeyi ve hem çocuk sahibi olma hem de çocuk sahibi olmama arzusunu ele almak için diğer olasılıkları yeniden düşünmeyi içerir. Bu kategorilerin tümü ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağlıdır ve dişili tüm karmaşıklığıyla incelerken bu kategorileri dahil etmek son derece önemlidir.

Vittorio Lingiardi ve Nicola Carone’nin, “Değişen Ailelerde Oidipus’u Sorgulamak: Üçüncülerin Yardımıyla Üreme Yoluyla Oluşturulan Hemcins Ebeveynli Ailelerde Toplumsal Cinsiyet Özdeşleşimleri ve Kökenlere Erişim” makalesi in vitro döllenme, embriyo transferi ve taşıyıcı annelik gibi üreme tekniklerinin son 40 yıldaki gelişimiyle birlikte heteroseksüel ebeveynlerin oluşturduğu ailelerin, olası aile biçimlerinden sadece birisi haline geldiğini belirtiyor. Yazarlar, bu yeni permütasyonlar doğrultusunda Oidipus karmaşasının akıbetini araştırıyor ve Oidipus “karmaşasını”, ebeveynlerin anatomik özelliklerinden bağımsız Oidipus “karmaşıklığı” olarak yeniden tanımlamayı öneriyor. Çocukların ruhsal cinselliklerinin ve toplumsal cinsiyet rollerinin ebeveynlerinin toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelimlerinden nasıl etkileneceklerini sorguluyor.

Bu sayıda, geçen sayılardan farklı olarak bir dosya konusu belirledik: “Bruce Fink’in Lacancı Pratiği”. Bruce Fink “Analiz Pratiğinde Lacancı Yaklaşımın Değeri Üstüne” adlı makalesinde Lacancı yaklaşımın psikanaliz pratiği açısından kendine özgü yönlerini Lacancı olmayan bir kesime, IPA psikanalistlerine anlatıyor. Makalenin başında okuyucuyu uyaran yazar, tek bir Lacancı yaklaşımın olmadığını söylüyor ve Lacan’ın öğretisinin farklı yönlerini ve farklı dönemlerini aynı şekilde yorumlamayan çeşitli Lacancı ekollerin varlığının altını çiziyor. “Amerikalı” diye anılan kendi Lacancı anlayışını ele aldığı makalede, Fink, Lacancı olmayan diğer pratiklerle kıyaslamada bulunuyor.

Sara Flanders “Bruce Fink’e Yanıt” başlıklı makalesinde, Bruce Fink’in Lacancı ve Lacancı olmayan pratikleri nevroz ve psikoz tedavilerine yönelik tamamen farklı yaklaşımlar; karşıaktarım; duygulanımların rolünün kavramlaştırılması; doyum, ayrılık ve kesme (scansion); konuşmaya ve saçmalığa odaklanma; divanın kullanımı üzerinden karşılaştırdığı makalesini, bağlı olduğu Britanya psikanalizi bağlamında tartışıyor. Analiz pratiğine yönelik farklı yaklaşımları karşılaştırmak, bizi psikanalitik ortam/çerçeve konusuna getiriyor.

Analitik ortam/çerçeveyle bağlantılı diğer bir makale, Burka ve arkadaşları tarafından kaleme alınan “Konuşma Tedavisinden Sessizlik Hastalığına: Bir Psikanaliz Enstitüsünde Etik İhlallerin Etkileri”. Bu makalede, sınır ihlâllerinin bir psikanaliz enstitüsü üzerindeki “deprem etkisi yaratan” yaygın izleri, gönüllü üyelerle yürütülen bilgi alma görüşmeleri ile açığa çıkan araştırma verilerine dayanarak sunuluyor. Etik ihlâllerin bireyler ve gruplar üzerinde neden bu kadar yıkıcı etki yapabildiği konusunda kuram geliştirilmesini mümkün kıldığı belirtilen bu araştırma süreci, bu süreçte karşılaşılan güçlükler ve tüm bu verilerin analizi ayrıntılı olarak tartışılıyor. “Bir kişinin ihlal edilmesinin bir çok kişinin ihlal edilmesi” olduğu görüşünden yola çıkarak, araştırma sürecinin, verilerin küçük ve büyük toplantı gruplarında aktarılmasının ve dışarıdan danışmanlık alınmasının onarıcı etkilerinin yanı sıra etik yönetmeliğin sadece şikayet eden ve edilen değil analitik topluluğun tamamının esenliği göz önünde bulundurularak revize edilmesinin koruyucu işlevi üzerinde duruluyor.

Burka ve arkadaşlarının bir psikanaliz enstitüsündeki etik ihlalleri ele aldığı makalesini Gianina Micu’nun 51. IPA Psikanaliz Kongresindeki gizlilik paneline dair raporu izliyor. Bir Kapsayan Olarak Gizlilik Paneline İlişkin Rapor – Klinik ve Kuramsal Meseleler” başlık yazısında Micu yayım yapma ve uzaktan analiz gibi telekomünikasyon aracılığıyla sürdürülen iletişimlerdeki gizlilik konularının ele alındığı bu sunumları, katılımcıların katkıları ile birlikte özetliyor. Panel raporunda yer alan John Churcher’ın sunumuna, COVID-19 salgını döneminde yazılmış olmasa da uzaktan analiz durumlarında, analistin içsel çerçevesinin dış çerçevenin onarımındaki öneminden bahsettiği için özellikle dikkat çekmek istiyoruz. Ayrıca, Churcher’ın Editöre Mektup bölümündeki “Klasik Ortam ile Telekomünikasyon Ortamı Arasındaki Güvenlik Farkı” başlıklı yanıtına da yer verdik çünkü Micu’nun raporunda Churcher’ın uzaktan analizde asimetrinin bozulduğunu söylediğine dair hatalı bir aktarımı vardı. Churcher’ın mektubunda yer alan kaynakçasından, klasik analitik ortamla telekomünikasyon ortamını karşılaştırdığı makalesi ile IPA Gizlilik Komitesi raporunun bağlantı adreslerine ulaşabilirsiniz.

Bu sayıda, 2017 yılında yüceltme üzerine makalesini yayımladığımız Giusseppe Civitarese’nin “Bion’un ‘Bir Düşünme Kuramı’nda Zaman Kavramı” başlıklı yazısına da yer verdik. Civitarese bu makalede Bion’un “Bir Düşünme Kuramı”nın daha evvel psikanaliz yazınında değinilmemiş bir yönünü – Bion’un meme, yok-meme, bir-olma, kavrayış, düşünce, ad ve yansıtmalı özdeşleşim kavramlarında yer alan zamansallık kavrayışını incelikli bir şekilde ele alıyor.

Derlemede, ünlü Fransız psikanalisti Michel de M’Uzan’ın bir makalesi de yer alıyor. “Kimin İçin ve Neden Yorumlamalı?” başlıklı makalesinde, De M’Uzan analistin analitik durum içerisindeki yorumlama etkinliğine odaklanıyor. Yorumun hangi anda, nasıl doğduğu ve nasıl formüle edildiği üzerinde duruyor. Çatışma ortaya çıktığında sadece “aciliyet noktasında” müdahale edilmesini savunan Strachey’nin tersine De M’Uzan müdahalenin “çatışmanın aktarımda yeniden güncellendiği” anlarda yapılmasının verimli olduğunu öne sürüyor. Çünkü o zaman analistin müdahalesinin neredeyse önbilinçte olan ve fark edilmek, tanınmak için çabalayan bir düşünce içeriğine temas edeceğini, böylece benlik düzeyinde kalmayan, bilinçdışıyla temas halinde olan bir yorumun ortaya çıkacağını vurguluyor. Yazar içgörüyü besleyen yorumun diğer olası yatırım yollarını tıkayarak dirence hizmet etmesi olasılığı üzerinde de duruyor ve genel anlamda yorumun direnci besleme olasılığını göz ardı etmememiz gerektiğini hatırlatıyor.

Yıllıkta yer alan son makale: Lucy LaFarge’dan “Sonlandırma ve Tekrarlama: Çerçevenin Çözünümü”. LaFarge yazısında klinik psikanaliz uygulamasında önemli bir yer tutan analizin sonlandırılması ve sonlandırma aşamasında karşımıza çıkan tekrarlama konusunu irdeliyor. Bleger’in psikanaliz çerçevesi üzerine (1967/2013) yazdığı klasik makalesinden yararlanarak sonlandırma döneminde baş gösteren ilkel aktarımları ele alan LaFarge, bu aktarımların, çerçevenin yaklaşan çözünümünün sonucu olarak kullanışlı bir şekilde anlaşılabileceğini ve bunların ruhsal deneyimin farklı düzeylerini yansıtan iki çeşidi olduğunu ortaya koyuyor. Bunlardan ilki ya da ilkel aktarımın daha üst düzeyi sembiyotiktir ve analistle ortak düşünce ve ortak ruhsal yapıya dair düşlemleri temsil eder. İkinci çeşit ya da daha alt düzey ilkel aktarım, önceki analitik malzemenin daha az belirgin bir tekrarıdır ve düşlemde daha az derinlemesine işlenmiştir. Bu aktarım grubu somatik rahatsızlıklar, dağınıklık deneyimleri, beden uyumu ve toplumsal cinsiyette kayma deneyimleri ile değişken kimlik duygusunu içerir. Bunlar analiz sona yaklaşırken, ilk nesne ile bir olmaya ilişkin bedensel deneyimlerle bağlantılı analitik ortamın derin yapısı bozulduğunda ortaya çıkan aktarımlardır. Klinik malzeme ile gösterildiği gibi bu iki düzeydeki aktarımı analitik açıdan dikkatle ele almak, hem hastanın sonlandırmaya doğru daha yumuşak bir geçiş yapmasını hem de önceden ayrı duran kendilik parçalarının bütünleştirmesini sağladığı için oldukça değerlidir.

Bu vesileyle, Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2019 “Psikoz” sayısındaki “Melanie Klein’ın Teknik Üzerine Seminerleri: Duyguların Dönüşü” (Jean-Michel Quinodoz, s. 131-139) başlıklı metnin sonunda bir hata sonucu çevirmen Ebru Salman’ın adının yer almadığını üzülerek fark ettiğimizi eklemek isteriz.

Son olarak; The International Journal of Psychoanalsis‘te yayımlanan bazı güncel makaleleri PEP’te yer alan IJP Open bölümünden yayımlanmadan önce okuyabilir, yorumlarınızla makalelere katkıda bulunabilirsiniz. Uluslararası Psikanaliz Yıllığıyla ilgili haber ve gelişmelere Facebook (https://www.facebook.psikanalizyilligi.com), Twitter (PsikanalizYll) ve bloğumuzdan (http://psikanalizyilligi.com) ulaşabileceğinizi hatırlatır, keyifli ve verimli okumalar dileriz.

MELİS TANIK SİVRİ, Türkçe Uluslararası Psikanaliz Yıllığı Editörü

KAYNAKÇA

Birksted Breen, D. (Ed.). (1993). The Gender Conundrum. Contemporary Psychoanalytic Perspectives in Femininity and Masculinity. Londra ve New York: Routledge.

Freud, E. (1960). Letters of Sigmund Freud. Edited and selected by Ernst Freud 1873-1939, New York: Dover Publications.

Freud, S. (1925). Some Psychical Consequences of the Anatomical Distinction between the Sexes. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIX (1923-1925): The Ego and the Id and Other Works, 241-258

Freud, S. (1926). The Question of Lay Analysis. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XX (1925-1926): An Autobiographical Study, Inhibitions, Symptoms and Anxiety, The Question of Lay Analysis and Other Works, 177-258.

Freud, S. (1931). Female Sexuality. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XXI (1927-1931): The Future of an Illusion, Civilization and its Discontents, and Other Works, 221-244.

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2020 için yorumlar kapalı

Filed under IJP Yıllık, Yıllık 2021

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2019

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’nın 11. sayısıyla okurlarımızın karşısındayız.

Bu sayının ana temasını “Psikoz” olarak belirledik. 2019 derlemesinin psikoza dair bazı kuramsal ve klinik meseleler üzerinde düşünmeye alan açacağını umuyoruz: Örneğin, Freud’dan günümüze gelişen kuramsal ve klinik kavramlaştırmaların ışığında psikotik işleyişi nasıl anlayabiliriz? Farklı seviyelerdeki simgesel bozukluklara işaret eden farklı psikoz süreçleri nasıl ele alınabilir? Farklı kavramlaştırmaların yol açtığı teknik farklılıklar nelerdir? gibi.

KAPAK 2019

Freud, çalışmasının başından itibaren nevroz ve psikoz arasındaki ayrımı netleştirmeye çalışır. Psikotik hastaların kendi benlikleri üzerine yaptıkları narsisist yatırım yüzünden aktarım geliştiremediklerini ve bu nedenle, bu hastaların psikanalize uygun olmadıklarını ileri sürer (Freud, 1914). Oysa, bazı analistler Freud’un Histeri Üzerine Çalışmalar‘dan (1895) itibaren Kurt Adam (1918) ve Fare Adam (1909) vakaları da dahil olmak üzere nevrotik olarak nitelendirdiği hastalarının bir kısmında nevrotik süreçlerle psikotik süreçlerin yan yana işlediklerine dikkat çekerler.

Freud (1907) uygulamalı psikanaliz alanında yazdığı ilk metin olan “Jensen’ın ‘Gradiva’sında Sanrılar ve Rüyalar” da ana karakter Hanold’un geçici varsanısal sanrılarını nevrotik bir belirti olarak ele alır. Freud, Hanold’un gerçekliğin inkârı ve benliğin bölünmesi gibi savunmalara başvurduğunu tespit etse de bunları ancak 1924 yılında psikoza has savunma düzenekleri olarak tanımlayacaktır. Freud 1911’de yargıç Daniel Paul Schreber’in otobiyografik anılarından yola çıkarak psikotik süreçlerin altında yatan düzenekleri keşfetmeye girişir. Bu incelemesi onu iki önemli sonuca ulaştırır: a) Patolojik olduğu düşünülen sanrısal oluşumların aslında yeniden inşaya yönelik bir iyileşme gayreti olduğunu ve b) paranoyanın bastırılmış eşcinsel arzulara karşı bir savunma işlevi gördüğünü ileri sürer. Bunun zulmedilme sanrılarından, erotomaniye, kadın ve erkeklerde kıskançlık sanrılarından megalomaniye kadar tüm sanrı çeşitlerinin altında yattığını belirtir. Freud’a göre narsisist evrenin “saplanma” ya da “gerileme” noktası haline geldiği bazı patolojik vakalar, paranoyaya ve zulmedilme kaygısına daha eğilimli olurlar. Freud 1915’de şizofrenlerin söylemleriyle nevrotiklerin düşsel süreçleri arasında bir bağlantı kurar. Psikozdaki ruhsal süreçler haz ilkesi hakimiyeti altındaki birincil sürece tabi olduklarından arzunun varsanısal doyumuna doğru bir gerileme hareketini ortaya çıkartırlar. Kişi şizofrenide oto-erotizme, paranoyada ise birincil narsisizme gerilemektedir.

Freud, 1924-1938 yılları arasında, nevroz ve psikoz arasındaki farklılıkları ele alan bir dizi makale yayımlar. Freud’a (1924a) göre hem nevrozun hem de psikozun çıkış noktası; dış gerçekliğin yarattığı hüsran ve engellenme duygusudur. Nevrozda dış gerçeklik kabul edilirken psikozda alt benliğin hakimiyeti altında olan benlik, yatırımını dış gerçeklikten çeker. Freud (1924b) gerçeklik algısı üzerinden yaptığı bu keskin ayrımı sonrasında yumuşatarak hem psikozda hem de nevrozda dış gerçekliğe dair algının çarpıtıldığını, psikozu belirleyen şeyin çarpıtmanın doğası olduğunu belirtir. Dış gerçekliğin yarattığı hüsranla başa çıkmak için, nevrozda bastırmaya; psikozda ise dış gerçekliğin inkârına baş vurulur. Freud, dış gerçekliğin inkârı ve bununla bağlantılı olarak ele aldığı benliğin bölünmesi (1938) kavramlarını fetişizm (1927) ve patolojik yasa dair makalelerinde geliştirir.

Son olarak, Freud (1940), “Psikanalizin Ana Hatları”nda, “Varsanısal kafa karışıklığı gibi dış dünyanın gerçekliğinden çok uzakta olunan bir durumda bile, hastalar iyileştikten sonra, o dönemlerde zihinlerinin bir köşesinde (onların deyimiyle) gizlenmiş normal bir insanın, mesafeli bir izleyici gibi hastalığın curcunasının yanından geçtiğini seyrettiğini öğreniriz” diyerek onu takip eden analistlerin psikozla klinik alanda çalışmalarının kapısını aralamış olur. Psikozda dış gerçeklikten kopuş, mutlak bir kopuş değildir ve zihnin psikotik olmayan bir kısmı en ağır durumlarda bile varlığını devam ettirir. Freud zihnin hem patolojik hem de normal bir parçası olduğu varsayımını nevrozları da içine alacak şekilde genişletir.

Melanie Klein’ın kuramsal ve klinik alana katkıları psikoz tedavisinin gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Klein (1946) psikotik işleyişte kişinin paranoid şizoid konuma saplandığına ve ilkel bir savunma düzeneği olan yansıtmacı özdeşleşimi yoğun bir biçimde kullandığına işaret eder. Freud’un aksine Klein psikotik hastaların aktarım geliştirebildiklerini savunur.

Klein’ın kuramının izinde Hanna Segal, Herbert Rosenfeld ve Wilfred Rupert Bion psikotik hastaları tedavi etmeye başlarlar. Bu üç kuramcı da psikotik hastaların aktarım geliştirebildiklerini, bu tür hastalarla analitik çerçeveye yapılan minimal değişikliklerle, analitik duruş korunarak hem olumlu hem olumsuz aktarımın yorumlandığı bir analiz çalışmasının yapılabileceğini ileri sürerler. Birbirleriyle etkileşim halinde geliştirdikleri kavramlar psikozun kuramı ve kliniğinin derinlemesine işlenmesine yardımcı olmuştur. Bu katkılar, kısaca, Hanna Segal’in “simgesel denklem” (1952, 1957) kavramı ve simgeleştirme (1978) üzerine düşüncelerini; Rosenfeld’in birincil kafa karışıklığı, üstbenlik çatışması, psikotik durumlar (1965), yıkıcı narsisizm (1971) ve açmazlar (1987) üzerine olan yazılarını; Bion’un kişiliğin psikotik ve psikotik olmayan parçaları (1957), yansıtmacı özdeşleşimi yeniden formüle ederek ruhsallıklararası alana taşımasını, patolojik ve patolojik olmayan yansıtmacı özdeşleşim düzenekleri arasında yaptığı ayrımı, bağlara yapılan saldırıları (1959), kapsayan-kapsanan ilişkisinin ruhsal aygıt ve düşüncenin doğuşundaki önemini (1963) ele alan katkılarını içerir. Bion, Klein’dan farklı olarak psikozun paranoid-şizoid konuma bir saplanma değil de bu konuma bir gerileme olduğunu ve bu gerileme durumunda patolojik bir yansıtmacı özdeşleşimin kullanıldığını söyler.

Fransa’da psikotik hastalarla yapılan psikanalitik çalışmalar İkinci Dünya Savaşından sonra ivme kazanır. Psikoz alanında önemli katkıları olan Fransız kuramcılara Fancis Pasche, Evelyne Kestemberg, Jean Kestemberg, Jean-Luc Donnet, Andre Green, Paul-Claude Racamier ve Piera Aulagnier’yi örnek verebiliriz.[1] Bu kuramcılar arasından, Evelyne Kestemberg’in psikoz üzerine düşünceleri ile Paul-Claude Racamier’nin[2] ensestsi kavramının ele alındığı iki makaleye bu derlemede yer verdik. Fransa’da psikotik hastaların tedavisinde simgesel süreçleri harekete geçiren bireysel psikanalitik psikodrama yöntemi sıklıkla kullanılır. Psikanalitik psikodramanın Fransa’daki tarihsel gelişimini, kuramsal temellerini ve klinik örneklerle işleyişini ele alan bir makaleyi 2018 derlemesine dahil ettiğimizi hatırlatalım.[3] Alan Gibeault’ya göre (2010), “Fransız ve Britanya yaklaşımlarını bu noktada (simgeleştirme süreci) karşılaştırmak ilginçtir: Kuramsal ve klinik kavramsallaştırmalardaki ve teknikteki farklılıklarına rağmen, ikisi de aynı amacı paylaşırlar – psikotik hastaların psikanalitik tedavisinde hastanın kendi içine bakarak başardığı işin önemini, nesneyi tüm ötekiliğiyle keşfetmenin önemini vurgulayarak simgeleştirme sürecine olanak tanımak” (s. 692). Bu sayıda yer alan, farklı analitik kültürlere ait analistlerin kuramsal görüşlerini ve klinik çalışmalarını içeren makaleler bu görüşe örnek teşkil ediyor.

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2019’un açılış metni: Uluslararası Psikanaliz Dergisi’nin baş editörü Dana Birksted-Breen’in Derginin yüz yıllık geçmişini anlattığı baş yazısı. Birksted-Breen, The International Journal of Psychoanalysis’in (IJP) Yüz Yılı” başlıklı yazısında Derginin Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ernest Jones tarafından kuruluşundan günümüze kadar geçen zamanı geçmiş editörlerin ve kendisinin deneyimlerine yer vererek anlatıyor. Derginin başlangıcı, “hayatta kalmanın, hayatın ölüme üstünlüğünün, yasın sonucundaki yaratıcılık ve eylemin kanıtı olur”. Ekonomik güçlüklere ve yayınevlerindeki değişikliklere rağmen Derginin aksamadan sürekliliğini koruması günümüzde de umut vermeye devam ediyor. Uluslararası Psikanaliz Yıllığı olarak IJP’nin yüz yıllık geçmişinin 2009 yılından bu yana bir parçası olduğumuz için mutluyuz.

Açılış metnini takiben, psikoz teması altında dört çağdaş makale yer alıyor. Catalina Bronstein, “Sanrı ve Onarım” başlıklı makalesinde sanrı sistemlerinin onarıcı niteliğini inceliyor. Sanrı mefhumunu bir “onarım girişimi” olarak ele alan Freud’un benlik onarımı mefhumuyla Klein’ın onarım mefhumu arasındaki farklılıktan yola çıkarak, sanrının işlevinin yalnızca benliği korumak değil aynı zamanda nesneyi (seanstaki analisti) hastanın şiddetinden korumak olduğunu vurguluyor. Yazar bir ergen hastanın analiz sürecinden kinik malzeme sunarak aktarım ilişkisinde ortaya çıkan onarıcı bilinçdışı düşlemlerin dalgalanmalarını ve dışavurumlarını anlamanın önemine değiniyor. Çoğu zaman sihirli düşünme ve manik onarımdan güç alan bu düşlemlerin depresif yönlerini ve özel işlevlerini fark etmenin psikoz süreçlerinde ruhsal değişimin gelişmesinde önemli bir rol oynadığını öne sürüyor.

Maria Grazia Oldoini, “Halüsinoz ve Hayalleme: Alice’in Ruhsal Acısı ve Bu Acının Analiz Odasındaki Dönüşümleri” başlıklı makalesinde Bioncu ve Bion sonrası bir bakış açısıyla halüsinoz kavramını ele alıyor. Oldoini, halüsinozun psikotik ve düşsel işlevler arasında bir köprü olarak düşünülmesini öneriyor ve somutluktan ve ham olgulardan gerçek coşkulara geçişi düşsel işlevlerin mümkün kıldığını vurguluyor. Yazar, halüsinozla ilgili düşüncelerini açıklamak için verdiği klinik örnekte, hastanın halüsinozlu işleyişten simgeleştirme becerisine geçiş sürecinde, analistin bir canlandırma sonucunda ortaya çıkan kendi halüsinozunu rüyalaştırma becerisinin katkısını gösteriyor.

Antoine Nastasi, “Evelyne Kestemberg’in Günümüzde Geçerliliği” makalesinde Kestemberg’in psikoz alanında ortaya attığı düşüncelerini ele alıp genişletiyor. 1963 yılında Paris Psikanaliz Cemiyeti üyesi olarak kabul edilen Evelyne Kestemberg, topluluktaki tıp doktoru olmayan ilk kadın analisttir. Uzun yıllar boyunca psikotik hasta grubu ile çalışan Evelyne Kestemberg “nesneyle fetişist ilişki” ve “üçüncü karakter” gibi kavramlar ortaya atmıştır. Sanrının ortada olmadığı durumlarda bile psikozun varlığından söz edilebileceğini ifade eden Kestemberg, bu durumlar için “soğuk psikoz” terimini kullanmıştır. Psikotik hastaların zihinsel işleyiş fobilerini anlamanın, onların düşünce ve duyguları farklı ele alış tarzları üzerine yeni bir bakış açısı getireceğini ileri sürmüştür.

Psikoz teması kapsamındaki son makale, Uta Karacaoğlan ve Riccardo Lombardi’nin “Psikozun Psikanalizinde Beden-Zihin Sınırındaki Mikrosüreçler” başlıklı makalesi. Yazarlar, bu makalede beden ile zihin arasındaki sınırın önemini sanrısal paranoya ve psikosomatik bozukluklardan mustarip iki hastanın analizinde beden-zihin çözülmesinin derinlemesine çalışılması üzerinden ele alıyorlar. Analizanın kendi bedenine yönelik aktarımıyla analistin somatik karşıaktarımını kullanmasının önemini vurguluyorlar.

Bedenin odak noktası olduğu bir başka çalışma, Alessandra Lemma’nın “Geçici Kimlikler: Trans Kimlikler Üzerine Bazı Psikanalitik Düşünceler” başlıklı makalesi. Bu makale, Lemma’nın on sekiz yaşın altında olup tıbbi müdahale talebinde bulunan, toplumsal cinsiyetle ilgili istikrarlı bir çatışma geçmişi bulunmayan ve “trans oluşu” ergenlik sonrası örgütleyici bir kimlik haline gelmiş olan gençlerle yaptığı çalışmalara dayanıyor. Lemma’ya göre transın tüm toplumsal cinsiyet farklılıklarını ve cinsel tercihleri içerme yetisi güçlü bir aktivizm ve kişisel özdeşleşim aracı haline gelmiştir. Bu durum, zaman zaman genç açısından transın kendisi için ne anlama geldiğini belirlemesi için gereken ruhsal çalışmayı sekteye uğratabilir. Yazar, kişinin hayatını nasıl yaşayacağına dair bireysel seçimler söz konusu olduğunda psikanalizin asla baskı ya da dönüştürme aracı olarak kullanılmaması gerektiğini vurgular. Lemma’ya göre, analist daima motivasyonları, arzuları, düşlemleri ve korkuları eşit mesafede bir merak konumundan sorgulamalıdır, ancak bu bireyi önceden belirlenmiş “sağlıklı” bir yolu takip etmeye zorlamak anlamına gelmez. Lemma’ya göre, bu konum, insanların kararlarının yaratacağı duygusal (ve fiziksel) bedellerin ve risklerin farkında olarak mümkün olan en iyi yaşam biçimini bulmalarına yardım etmektir.

Derlemedeki bir diğer makale; Jean-Michel Quinodoz’nun “Melaine Klein’ın Teknik Üzerine Seminerleri: Duyguların Dönüşü” başlıklı yazısı. Yazının çıkış noktası; Melanie Klein’ın 2017 yılında, John Steiner’ın derlemesiyle yayımlanan Lectures on Technique by Melanie Klein başlıklı kitabı. Kitap, Klein’ın 1936’da Britanya Psikanaliz Cemiyetinde teknik üzerine verdiği bir dizi seminere dayanıyor. IJP’nin 99(4) sayısında Klein’ın kitapta ileri sürdüğü fikirleri altı psikanalistin ele aldığı özel bir bölüm yer alıyor. Yer kısıtlılığı nedeniyle maalesef bu bölümün tamamını Yıllığa dahil edemedik. Ancak hem Klein’ın yeni kitabına hem de kitabın etrafındaki tartışmalara dikkat çekmek için Quinodoz’nun kısa metnine bu sayıda yer vermek istedik.

Yıllıkta, ünlü Fransız psikanalist Michel Fain’i tanıtan bir makale de yer alıyor. Marilia Aisenstein ve Marina Papageorgiou’nun ortak kaleme aldıkları “Michel Fain’e Göre Zihinselleştirme ve Edilgenlik” başlıklı yazı Fain’in yapıtı ve çalışmasını 3 farklı eksenden hareket ederek tanıtıyor. Birinci eksen, kaynağını 1962 tarihli bir metinden alır. Bu metninde Fain, rüyalara dair, psikosomatik denge ile ilişkilendirilmiş özgün bir görüşü netleştirme amacıyla rüya hayatının işlevsel yönlerini ele alır. İkinci eksen, birinci eksenle bağlantılı “travma nitelikli etken” olarak adlandırılabilecek görüngü etrafındadır. İşlemsel ve mekanik bir zihinsel işleyiş kipinden hareket ederek, zihinselleştirme karşıtı işleyiş açısından yaklaşımla, uyarımın bağlanmamasına dayalı bir travma kuramı sunar. Üçüncü eksen ise “histerik özdeşleşim” veya “gizillik ve art zamanlılık” olarak adlandırılabilir. Bu Freudcu kavramlar Michel Fain’in bir arada düşündüğü, temel önem taşıyan kavramlardır ve yazar çalışmalarının tümü boyunca bunlara değinir.

Bu yıl da Yıllıkta Thomas Ogden’in Winnicott’un paradokslar ve karşıtlıklar içeren bir makalesini ele aldığı bir başka yazısı yer alıyor: “Gerçek Duygusu: Winnicott’un “Bazı Karşıtlıkları Çalışmaya Yol Açan İletişim Kurma ve Kurmama” Makalesi Üzerine”. Ogden’e göre, Winnicott bu makaleyle yalnızca bir iletişim kuramına değil, varoluş halinin doğasına ilişkin bir kurama da ilk adımı atar. Winnicott’a göre makalenin “ana fikri”, “Her bireyin yalıtılmış, temelli iletişimsiz, temelli bilinmez ve aslında bulunmaz olduğu” fikridir. Ogden “ana fikri” şu şekilde ifade ederek genişletir: Her birey eşit olarak bulunma (ifşa olmadan tanınma) ve bulunmama (yalıtılmış durumda incommunicado olma) ihtiyacındadır. Ogden, varoluş halinin paradoksal doğasını yakalayan bu fikrin kendi pratiğine yansımalarını klinik örneklerle açıklıyor.

Travma alanında çalışanların ilgisini çekeceğini düşündüğümüz, John Steiner’ın “Travma ve Oidipus’un Gerçeğe Uyanışı” başlıklı makalesi, Oidipus’un trajik hikayesi üzerinden erken dönem travma mağdurlarındaki suçluluk duygusunu ele alıyor. Ağır travmanın suçluluk duygusunun kabullenilmesini engelleyebileceğini ve bunun sonucunda affetme ve onarımı içeren iyicil döngünün gelişimini önleyebileceğini ileri sürüyor. İdeal aile düşleminin sıklıkla travmaya karşı savunma olarak hizmet ettiğine, bu idealleştirmeden vazgeçmeyle sonuçlanan hakikatle yüzleşmenin ise daha ağır bir travma olarak deneyimlenebileceğine değiniyor. Bu bağlamda travma mağdurlarındaki suçluluk duygusuna ve bu duygunun reddedilmek yerine anlaşılması için alan açılmasının önemine dikkat çekiyor.

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’nın bu sayısını bir film analiziyle sonlandırıyoruz. Yayın Kurulu üyemiz Bella Habip’in kaleme aldığı “Xavier Dolan Sinemasında Ensestsibaşlıklı makale ünlü Kanadalı yönetmenin beş filminden hareket ederek Racamier’nin kavramlaştırmasında önemli bir yer tutan Ensestsi kavramına ışık tutuyor. Racamier, psikozların alanından ve Oidipus’la kurulan bağlardan hareket ederek bireysel, ailesel hatta toplumsal yaşama özgü ruhsal bir biçim tarif etmiştir. Bu ruhsal biçim ensest gerçekleşmemiş olsa da ensestin izini taşır. Bu, birincil nesneyle kurulan ilişkinin durmadan yeniden kurulduğu ve yeniden inşa edildiği düşlemlenmemiş, simgeleşmemiş bir ensest biçimidir. Racamier’ye göre her ensestsi ilişkinin arkasında işlenmemiş bir yas yatar. Bu ilişki Oidipus’a ulaşmayı engelleyici özelliklere sahip bir dizi ruhsal görüngüyü kapsar.

Son olarak; The International Journal of Psychoanalsis‘te yayımlanan bazı güncel makaleleri PEP’te yer alan IJP Open bölümünden yayımlanmadan önce okuyabilir, yorumlarınızla makalelere katkıda bulunabilirsiniz. Uluslararası Psikanaliz Yıllığıyla ilgili haber ve gelişmelere Facebook (https://www.facebook.psikanalizyilligi.com), Twitter (PsikanalizYll) ve bloğumuzdan (http://psikanalizyilligi.com) ulaşabileceğinizi hatırlatır, keyifli ve verimli okumalar dileriz.

Melis Tanık Sivri

Türkçe Uluslararası Psikanaliz Yıllığı Editörü

 

KAYNAKÇA

Bion, W. R. (1957). Differentiation of the  psychotic from the non-psychotic personalities. Int. J. Psycho- Anal., 38, 266 -275. [Bion, W. R. (2017). Psikotik kişiliğin psikotik olmayan kişilikten ayırt edilmesi. Tereddütlü Düşünceler içinde, (s. 66-88). (N. Erdem, Çev.), İstanbul: Metis Yayınları.]

Bion, W. (1959). Attacks on linking. Int. J. Psycho- Anal., 40 (5-6), 308-315. [Bion, W. R. (2017). Bağlara saldırılar. Tereddütlü Düşünceler içinde, (s. 118-136). (N. Erdem, Çev.), İstanbul: Metis Yayınları.]

Bion, W. (1962). Learning From Experience. Londra: Tavistock. [Bion, W. (2014). Yaşayarak Öğrenmek. (T. Güvenir, L. İşcanlı Ekin, Çev.). İstanbul: Bağlam.]

Bion, W. (1963). Elements of Psycho-analysis. Londra: Heinemann.

Freud, S., & Breuer J. (1895). Studies on hysteria, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume II, s. 1-309. [Freud, S. (2001). Histeri Üzerine Çalışmalar. (E. Kapkın, Çev.). İstanbul: Payel Yayınları).

Freud, S. (1907). Delusions and dreams in Jensen’s Gradiva. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume IX (1906-1908), Jensen’s ‘Gradiva’ and other Works, 1-96).

Freud, S. (1909). Notes upon a case of obsessional neurosis. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume X (1909). Two Case Histories (‘Little Hans’ and the ‘Rat Man’), 151-318. [Freud, S. (1996). Bir saplantı nevrozu olgusu üzerine notlar. Olgu Öyküleri II içinde, (s. 29-111). (A. Eğrilmez. Çev.). İstanbul: Payel Yayınları.]

Freud, S. (1911). Psycho-analytic notes on an autobiographical account of a case of paranoia (Dementia Paranoides). The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XII (1911-1913), The Case of Schreber, Papers on Technique and Other Works, 1-82. [Freud, S. (2015). Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası içinde, (S. M. Tura, B. Büyükkal, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları]

Freud, S. (1914). On narcissism. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud (1914-1916), On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works, 67-102. [Freud, S. (2015). Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası içinde, (S. M. Tura, B. Büyükkal, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları]

Freud, S. (1915). The unconscious. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV, 159-204.

Freud, S. (1918). From the history of an infantile neurosis. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XVII (1917-1919): An Infantile Neurosis and Other Works, 1-124. [Freud, S. (1996). Bir çocukluk dönemi nevrozu öyküsü. Olgu Öyküleri II içinde, (s. 193-315). (A. Eğrilmez. Çev.). İstanbul: Payel Yayınları.]

Freud, S. (1924a). Neurosis and psychosis. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIX (1923-1925), The Ego and the Id and Other Works, 147-154

Freud, S. (1924b). The loss of reality in neurosis and psychosis. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIX (1923-1925), The Ego and the Id and Other Works, 181-188

Freud, S. (1927). Fetishism. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XXI (1927-1931), The Future of an Illusion, Civilization and its Discontents, and Other Works, 147-158

Freud, S. (1938). Splitting of the ego in the process of defence. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XXIII (1937-1939), Moses and Monotheism, An Outline of Psycho-Analysis and Other Works, 271-278

Gibeault, A. (2010). Introduction. Psychosis. Birksted-Breen, D., Flanders, S.; Gibeault, A. (Haz.). Reading French Psychoanalysis içinde, (s. 684-694). Londra, New York: Routledge.

Klein, M. (1946). Notes on some schizoid mechanisms. Int. J. Psycho-Anal., 27, 99-110.

Rosenfeld, H. A. (1965). Psychotic Sates: A Psycho-Analytical Approach. Londra: Routledge.

Rosenfeld, H. (1971). A clinical approach to the psychoanalytic theory of the life and death instincts: An Investigation Into the aggressive aspects of narcissism. Int. J. Psycho- Anal., 52, 169-178.

Rosenfeld, H. (1987). Impasse and Interpretation. Londra: Routledge.

Segal, H. (1952). A psychoanalytic approach to aesthetics. Int. J. of Psycho-Anal., 33, 196-207

Segal, H. (1957). Notes on symbol formation. Int. J. Psycho-Anal., 38, 391-397.

Segal, H. (1978). On symbolism. Int. J. Psycho-Anal., 59, 315-319.

[1] Fransız psikanalistlerin psikoz alanına olan kuramsal katkılarını daha ayrıntılı okumak için bkz. Birksted-Breen, D., Flanders, S.; Gibeault, A. (Haz.). (2010). Psychosis. Reading French Psychoanalysis içinde, (683-765), Londra, New York: Routledge.

[2] Racamier’nin “Narsisist Sapkınlık Üzerine” makalesiyle Paul Denis’in “Paul-Claude Racamier’nin ‘Narsisist Sapkınlık Üzerine” Adlı Makalesine Giriş” makalesine UPY 2015 derlemesinden ulaşabilirsiniz.

[3] Blanc, A., Boutinaud, J. (2018). Fransa’da Psikanalitik Psikodrama ve karşıaktarımın grupça derinlemesine işlenmesi: Oyun terapisinde terapötik işleticiler. N. Erdem (Haz.). Uluslararası Psikanaliz Yıllığı, (s. 65-95), (E. Salman, Çev.). İstanbul: İstanbul Bilgi Yayınları. (Özgün eser 2017 tarihlidir)

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2019 için yorumlar kapalı

Filed under IJP Yıllık

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2018

Bu yıl sizlere Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’nın 10. sayısını sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Her yıl aksatmadan art arda on sayı çıkartabilmek sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde hiç de azımsanmayacak bir başarı. Uluslararası Psikanaliz Yıllığı Yayın Kurulu ve çevirmenleri olarak yıllar içinde çok az değişiklikle, aşağı yukarı aynı ekiple, bugüne kadar geldik. İstikrarlı bir yayın sürdürmedeki başarımızı en başta, Yayın Kurulu ve çevirmenler ekibini oluşturan bir avuç psikanalistin ve psikanalist adayının fedakar çalışmasına borçluyuz. Yıllık’ın hazırlanması, her yıl The International Journal of Psychoanalysis’in 6 sayısındaki yüze yakın makaleyi tarayıp, okuyup seçmek, çevirmek, defalarca redaksiyondan geçirmek suretiyle yürütülen gerçekten dev ve meşakkatli bir çalışma. Fakat bu çalışmanın pek çok ödülü var. Sizlere ulaşan Yıllık’ın yayımlanmasının yanı sıra bizlere eşi bulunmaz bir ortak çalışma ve araştırma ortamı sağlıyor. Bu sayede sadece okurlar değil bizler de çağdaş psikanaliz tartışmalarını, dünyanın dört bir yanından psikanalistlerin ufuk açıcı görüşlerini, kuramlarını ve teknik buluşlarını kendi çalışmalarımıza dahil ediyor ve bunlarla zenginleşiyoruz. Diğer taraftan Türkçe psikanaliz dilinin gelişmesine damgasını vuran bir çalışma içinde olduğumuzu hissediyor ve bununla gurur duyuyoruz.

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’nın hazırlanmasında verdiğimiz emek, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlarının bize sunduğu imkânla hayata geçiyor ve Yıllık basılı kitap olarak aksamadan her yıl vaktinde okurlarla buluşabiliyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlarıyla işbirliğimizin başladığı 2014 yılından bu yana “Psike İstanbul Psikanaliz Kitaplığı” dizisinin çatısı alında kendimizi evimizde hissediyoruz. Türkiye’de özellikle süreli yayınlar alanında, uzmanlaşmış bilimsel yayınların sürdürülmesinin ne kadar zor olduğunu deneyimlerimizden de biliyoruz. Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’na istikrarlı bir yayın ortamı sunan İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlarına şükran duygularımızı bu vesileyle burada da dile getirmek isteriz.

u.psikanaliz yıllığı.2018

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’nın 10. sayısını “Çocuk ve Psikanaliz” başlığıyla derledik. Çocuk ve ergen psikanalizi ve psikoterapisi ülkemizde de gelişen bir alan. Bu konuda psikanalitik yayınların az olduğunu görmekteyiz. 2018 derlememizi “Çocuk ve Psikanaliz” teması etrafında düşünmemizin başlıca nedeni çocuklarla yapılan psikanalitik çalışmalara, kuram ve pratikle ilgili kaynak sağlama isteğimizdi. The International Journal of Psychoanalysis’te bu yıl çocuk vakalarının ele alındığı makalelerin, ilginç bir şekilde, sayıca epeyce çok olduğunu da eklemek gerekir. Çocuklarla yapılan çalışmalar erişkin psikanalizine çok değerli bir kaynak sağlamakta. Ayrıca “çocukluk çağı” ve “çocuksu boyut”un en başından itibaren psikanalizin temel taşlarından birini oluşturduğunu unutmamak gerekir. Bu nedenle bu konunun psikanalizle kuramsal ya da pratik olarak ilgilenen herkes için önem taşıdığına inanıyoruz.

***

Çocuk psikanalizinin geçmişi psikanalizin ilk yıllarına uzanır. Bu alanındaki ilk çalışma, bilindiği gibi, Freud’un “Küçük Hans Vakası”dır (Freud, 1909). Gerçek adı Herbert Graf olan Küçük Hans aslında doğrudan doğruya Freud’un hastası değildir. Baba Max Graf, atlardan korkan 5 yaşındaki oğlunun fobisini gidermek için Freud’dan yardım ister. Babayla Freud’un yazışmaları üzerinden yürütülen bu dolaylı tedavinin öyküsünü, Freud daha sonra Oidipus karmaşasına dair görüşlerini destekleyen ve açıklayan kapsamlı bir klinik örnek olarak yayımlar.

Çocuk psikanalizi esas itibariyle 1920’lerde, Melanie Klein ve Anna Freud’un doğrudan doğruya çocuklarla yapılan çalışmalar ve gözlemlerden hareketle ortaya attıkları kuramsal ve teknik önermelerle gelişmiştir. Anna Freud daha çok pedagojik bir yaklaşımı benimserken, Melanie Klein oyun tekniğini ortaya atarak yetişkindeki serbest çağrışımın yerine çocukla çalışmada oyunu koymuştur. Böylece çocukların sorunlarına uyarlanan bir psikanalitik anlayışın ötesinde, başlı başına bir tedavi olarak “çocuk psikanalizi”nden bahsetmek mümkün olmuştur. Onları izleyen kuramcılar arasında, önce çocuk hekimi sonradan psikanalist olan D.W. Winnicott’u anmak gerekir. Ancak çocuk psikanalizi günümüzde çok gelişmiş başlı başına bir disiplindir ve bu alanı kuran ve halen geliştirmekte olan önemli tüm psikanalistleri anmak bu Sunuş’un kapsamını aşmaktadır. Çok genel bir ifadeyle, bu derlemede yer alan makalelerin, Klein’ın kurucusu olduğu yaklaşıma dayandığını, ancak günümüzde farklı ve çok daha zengin olan kuramsal ve teknik araçlara sahip bir çocuk psikanalizi yaklaşımını temsil ettiklerini söyleyebiliriz.

***

Kitapta, “Çocuk ve Psikanaliz” teması kapsamında, İsveçli yazarlar Björn Salomonsson ve Majlis Winberg Salomonsson’un “Yakınlığın Engelle Karşılaşması ve Yeniden Kurulması: Bir Kız Çocuğun Bebekliğinden Çocuk Psikoterapisine Takibi” başlıklı çalışması, 2017 yılında Buenos Aires’teki IPA Kongresi’nde işlenen “yakınlık” (intimacy) temasını anne-bebek ilişkisinde ele alıyor. “Anneyle bebek arasındaki yakınlık dansı, pürüzlü ve ahenksiz olursa ne olur? Bu durum çocuğun duygulanım, anlama ve diğer melekelerinin gelişimini nasıl etkiler?” sorularına eğilen yazarlar, Annie’yle annesini, Annie’nin bebekliğinin beşinci ayından yedi yaşına kadar izleyerek inceliyorlar. Anneyle bebeğin buluşmasının en başından itibaren gerektiği gibi gelişemediği bu vaka hem psikanalitik “tek vaka çalışması”na, hem psikanalitik anne-bebek çalışmasına, hem de çocuk tedavisine örnek teşkil ediyor.

Brezilyalı psikanalist Maria Cecília Pereira da Silva “Analistin Anlatı İşlevi: Bir Olasılık İcat Etmek” başlıklı çalışmasını iki vaka örneğine dayandırıyor. Temsil edilemeyen erken bir travma deneyiminin olduğu ilk vakada analist, temsil etme yeteneğini yedi yaşındaki Joaquim’e ödünç vererek, kâbusları “düşlenebilir” rüyalara dönüştüren bir anlatı oluşturuyor. İki yaş on aylık otizmli bir çocuğun analizinin ele alındığı ikinci vakada ise analistin anlatı işlevi, küçük Guilherme’yi saran kabukla bağlantı kurmaya hizmet ediyor.

ABD’li psikanalist Jill Savege Scharff, “Travma Yaşamış Hemofili Hastası Bir Oğlan Çocuğun Analizi”nde dört yaşından altı buçuk yaşına kadar haftada dört analizle takip ettiği hemofili hastası bir oğlan çocuğun vakasını ayrıntılı olarak sunuyor. Analitik süreci canlı biçimde yansıtan bu çalışma sınırlı sayıda makalenin bulunduğu hemofili konusundaki psikoterapi literatürüne de katkı sağlıyor.

Adrien Blanc ve Jerome Boutinaud’nun ortak çalışması olan “Fransa’da Psikanalitik Psikodrama ve Karşıaktarımın Grupça Derinlemesine İşlenmesi: Oyun Terapisinde Terapötik İşleticiler” Fransa’da uygulanan bir psikanalitik bireysel psikodrama tekniğini ayrıntılı biçimde anlatırken, çocuk, ergen ve erişkin tedavisinde simgeleştirme yolları tıkandığında başvurulacak farklı yollara örnekler sunuyor. Makalede iki çocuk ve dört ergen vakası ele alınıyor.

***

Ayrıca kitapta iki makaleyle “bilinçdışı düşlem” temasına da yer verdik. Alman psikanalist Heinz Weiss “Yapısal Bir İlke ve Zihinsel Yaşamın Örgütleyicisi Olarak Bilinçdışı Düşlem: Kavramın Freud’dan Klein ve Takipçilerinden Bazılarına Uzanan Evrimi” makalesinde, Freud’un bilinçdışı düşlemi, hastanın iç dünyasıyla temas kurmamızı sağlayan bir araç olarak keşfetmesini ve kavramın Melanie Klein ve takipçilerinin çalışmalarıyla nasıl bir evrim geçirdiğini ele alıyor. Düşlemlerin en başından itibaren nesne ilişkileri içerdiğini vurgulayan Weiss, düşlemlerin ilkel bedene yakın deneyimlerden imgelere ve simgesel temsillere doğru yavaş yavaş gösterdiği gelişimi ortaya koyuyor. İsrailli psikanalist Rachel Blass ise Klein’ın Radikal Düşlem Mefhumu Ve Analiz Pratiğine Etkileri Üzerine Düşünceler” makalesinde Klein’ın takipçisi S. Isaacs’ın (1948) “The Nature and Function of Phantasy” (Bilinçdışı Düşlemin Doğası ve İşlevi) makalesine odaklanıyor. Blass, Klein’ın bilinçdışı düşlem mefhumunu benimsemenin, analistin klinik uygulamasını kökten değiştirdiğini savunuyor. Bu tür yaklaşımın analitik sürece ve analistin yorum tekniğine nasıl yansıdığını vaka örneğiyle ortaya koyuyor. Blass’ın makalesi, Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2012’de yayımladığımız, gene Isaacs’ın metnine odaklanan, T.H. Ogden’in “Susan Isaacs’ı Okumak: 
Kökten Gözden Geçirilmiş
Bir Düşünme Kuramına Doğru” başlıklı çalışmasıyla birlikte okunabilir.

***

Derlememizde bu yıl da Rosine Jozef Perelberg’in bir makalesine yer verdik: “Kadın Kadına Analizlerde Aşk ve Melankoli”. Analistle hastanın aynı ya da farklı cinsiyetten olmasının aktarım-karşıaktarım dinamiklerine etkisi pek çok yazar tarafından araştırılan bir konu. Perelberg de bu bağlamda kadın kadına analizlerde aktarım-karşıaktarım durumunun merkezinde melankolik bir çekirdekle karşılaşılabileceğini öne sürüyor. Kadın gelişiminde gerekli olan anne bedeninin içselleştirilmesinin korkutucu, parçalanmış, kısmı-nesne nitelikleri taşıyabildiğini vurgulayan yazar, bu nedenle kadın kadına analizlerde yoğun somatik deneyimlerin ortaya çıkacağını belirtiyor. Perelberg görüşlerini haftada beş seans sıklığıyla yürütülen bir analizden kesitlerle örneklendiriyor.

***

Kitapta, psikanaliz tarihi çerçevesinde Arjantinli ünlü psikanaliz kuramcısı José Bleger’e ayrılmış bir makale yer alıyor: “José Bleger’in Psikanaliz Hakkında Düşüncesi”. Makalenin yazarı psikanalist Leopoldo Bleger, çalışmasında önce, babası José Bleger’in eğitim aldığı 1950’ler Arjantin’inde psikanalizin durumunu ve bağlamını aktarıyor. Daha sonra, kuramcının üzerine çalıştığı temel konuları ayrıntılı biçimde işliyor.

***

Yıllıkta ayrıca psikanalizin ünlü bir teması olan “kendi kendini analiz”i (otoanaliz) ele alan bir makaleye yer verdik. Donald Campbell “Kendi Kendini Analiz ve Bir Yorumun Gelişimi”nde, hastanın kendi kendini analize karşı tüm analiz boyunca süregiden direncine eğiliyor. Görüşlerini bir vaka üzerinden dile getiren Campbell, hastanın ve analistin seans içindeki kendini analiz çalışmalarının, analiz çalışmasını ilerletici yönlerini bir modelde birleştiriyor.

***

Son olarak bu yıl da Yıllıkta bir film analizi var: Alman psikanalist Beate West-Leuer’in çalışması “Siyah Kuğu – Bir Baş Balerinin Kurban Edilişi: Arkaik Şiddet Deneyimlerinin Mirası Olarak Psikocinsel Zarar Görme / Kendine Zarar Verme”. West-Leuer çalışmasında günümüzün film ve sahne yapımlarının kadim çağların kolektif kurban ritüellerinin kalıntısı olarak görülebileceğini öne sürüyor.

***

Bitirirken The International Journal of Psychoanalysis’in 100. yılını kutlamakta olduğunu belirtelim. Kutlamalar çerçevesinde üç uluslararası konferans düzenleniyor: 19-20 Ekim 2018’de NEW YORK KONFERANSI, 13-14 Nisan 2019’da BUENOS AIRES KONFERANSI ve 20-21 Temmuz 2019’da LONDRA KONFERANSI. Çok sayıda konuşmacının katılacağı bu konferanslarla ilgili ayrıntılı bilgiyi http://www.theijp.org/centenary adresinde bulabilirsiniz. Bunlara ek olarak The International Journal of Psychoanalysis 2019’da 100. yılı için bir özel sayı yayımlayacak.

The International Journal of Psychoanalysis’in güncel makalelerinin bir kısmını PEP’te yer alan IJP Open kısmında yayımlanmadan önce okuyabileceğinizi ve yorumlarınızla makalelere katkıda bulunabileceğinizi de hatırlatalım.

Yeni sayılarda buluşmak üzere, verimli ve keyifli okumalar dileriz.

Nilüfer Erdem, 2018 Türkçe Yıllık Editörü ve Avrupa Yıllıkları Baş Editörü

KAYNAKÇA

Freud, S. (1909). Analysis of a Phobia in a Five-Year-Old Boy. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume X (1909): Two Case Histories (“Little Hans” and the “Rat Man”), 1-150.

Isaacs, S. (1948). The nature and function of phantasy. Int J Psychoanal 29:73–97.

Ogden, T.H. (2012). Susan Isaacs’ı Okumak: 
Kökten Gözden Geçirilmiş̧
 Bir Düşünme Kuramına Doğru. Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2012. İstanbul: Sel Yayıncılık.

 

 

 

 

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2018 için yorumlar kapalı

Filed under IJP Yıllık

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2017

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’nın 9. sayısıyla, okurlarla tekrar buluşmaktan dolayı mutluyuz. 2017 derlemesinin ana temasını Yıkım, Yeniden Yaratım ve Cinsellikler olarak belirledik. The International Journal of Psychoanalysis’in (IJP) 2016 sayılarında çıkan makalelerden derlediğimiz bu seçki her yıl olduğu gibi bu yıl da bir taraftan uluslararası psikanaliz topluluğunda öne çıkan temaları yansıtıyor. Diğer taraftan da ülkemizdeki psikanalitik, toplumsal ve kültürel ortamın verdiği esinle, belirli kıstaslar çerçevesinde yaptığımız seçimlerden oluşuyor. Bu kıstaslardan biri de geçmiş sayılarda gündeme gelen düşünce ya da temaları sürdürmektir. Bu anlamda elinizdeki kitabı, geçen yıl yayımlanan “Ölüm Dürtüsü” başlıklı 2016 derlemesindeki tartışmaların bir devamı olarak da okuyabilirsiniz. Bu defa yıkıcı ve saldırgan dürtülerin akıbetini, yıkıcılığın yaratıma dönüştüğü yaratıcı ruhsal hamleyi ele alan metinlerle konuyu ilerletmeyi amaçladık.

u.psikanaliz yıllığı.2017

Derlememizin ilk makalesi T. H. Ogden’in Yıkıcılığın Yeniden Değerlendirilmesi: Winnicott’un “Nesne Kullanımı ve Özdeşleşmeler Yoluyla İlişki Kurma” Makalesi Üzerine başlıklı çalışması. Ogden bu çalışmada Winnicott’un 1968 tarihli “Nesne Kullanımı ve Özdeşleşmeler Yoluyla İlişki Kurma” metnini ele alıyor. Ogden bir dönüm noktası oluşturan bu makalede “Winnicott’un bize nesne kullanımının nasıl bir his olduğunu gösterdiğini” ve bunun bir analistin “nesneleri kullanma kapasitesini geliştirme sürecini ilk kez keşfettiği an” olarak görülebileceği bir ilk olduğunu vurguluyor. Ogden bebeğin, annenin yeterli bir anne olma hissini gerçeklikte yok etmesi üzerinde duruyor. Annenin tam da yıkımdan hayatta kalma deneyimini yaşarken bebek için gerçek bir dış nesneye dönüştüğünü ortaya koyuyor. Hasta için de analistin hayatta kalmasının önemine değinen yazar, analistin yıkım deneyiminden sağ çıkabildiği ve çıkamadığı klinik örnekler getiriyor. Ogden’in bu Winnicott okuması, Winnicott’u yorumlayan bir başka çağdaş kuramcı olan Fransız psikanalist R. Roussillon’un görüşleriyle çarpıcı bir paralellik taşıyor. Nesne kullanımını “yoğrulabilir aracı” (medium malleable) kavramını içsel ve dışsal nesneyi kapsayacak şekilde genişleterek tasvir eden; anne nesnesini, deneyimleyen ve bebeğin deneyimine aracılık eden, “özne olan bir nesne” olarak tanımlayan Roussillon’un yıkıcılık, yaratıcılık ve simgeleştirme arasındaki ilişki üzerine görüşlerini UPY’nın geçmiş sayılarında okuyabilirsiniz.[1]

İtalyan psikanalist G. Civitarese Yüceltme Üzerine başlıklı makalesinde Freud’un kuramında önemli bir yeri olan, günümüzde ise sanat ve yaratıcılığa psikanalitik yaklaşımda artık eskisi gibi kullanılmayan yüceltmeyi farklı bir bakış açısıyla yeniden ele alıyor. Freud’un kuramında yıkıcı ve cinsel dürtülerin akıbetini tanımlayan “yüceltme” kavramının bir belirsizlik taşıdığına değinen yazar Freud’da ve Freud sonrası kuramcılarda kavramın gelişimini ve kapsamını uzun uzadıya inceledikten sonra felsefe ve estetik alanındaki “yüce” ve “yüce estetiği” mefhumunu yüceltmeyle ilintili olarak ele almayı öneriyor. Yüceliğin özünde kayıpla ve erken dönemdeki travma yaratan etkenle ilişkili olduğunu vurgulayarak, yüceltmeyi de bu bağlamda kavramlaştırmayı öneriyor. Civitarese’nin kavramlaştırması yüceltmeye Bioncu bir yaklaşım getiriyor. Bu makale derlemede felsefe ve sanat alanlarını psikanalizle buluşturan disiplinlerarası bir çalışma niteliği de taşımakta ve alan dışından okurların oldukça ilgisini çekeceğini tahmin ediyoruz.

***

Kitapta “cinsellikler” konusu Flanders ve arkadaşlarının çok kapsamlı bir çalışmasında ele alınıyor: Eşcinsellik Konusu Üzerine: Freud Ne Demişti? Çalışmada, Freud’un eşcinsellik üzerine görüşleri Fliess’e mektuplarındaki ilk varsayımlarından Psikanalizin Anahatları (1940) adlı kitabındaki son gözlemlerine kadar olan süreçte enine boyuna inceleniyor. Yazarlar Freud’un eşcinselliklerin varlığını teyit eden ilk kişi olduğu saptamasında bulunuyorlar. Freud’un yer yer çelişkili görüşlerini irdeleyerek onun eşcinsellik konusunda keskin yorumlardan uzak durduğunu ve bu  konuda daha ileri düşüncelere zemin oluşturan zengin ve çeşitlik içeren bir temel ortaya koyduğunu gösteriyorlar.

Cinsellik konusundaki bir başka çalışma da Britanyalı kuramcı D. Meltzer’in ilk defa gün ışığına çıkan bir makale taslağı: ARŞİV ÇALIŞMALARI: Donald Meltzer’in Cinsellik Üzerine Yayımlanmamış Taslak Makalesi. 2004 yılında vefat eden D. Meltzer Freud, M. Klein ve Bion’un kuramları arasında köprü kuran çalışmalarıyla tanınıyor. Psikanalize kazandırdığı kavramlar arasında bilhassa claustrum, içe nüfuz eden özdeşleşim (intrusive identification) yapışkan özdeşleşim (adhesive identification), parçalara ayırma/ayrılma (dismantling) ve estetik çatışma sayılabilir. ABD asıllı kuramcı 1954’te M. Klein’la analizden geçmek için Londra’ya gidip daha sonra orada yerleşerek Britanya vatandaşlığına geçmiştir. Kariyerine çocuk analisti olarak başlayan, daha sonra erişkin analisti de olan Meltzer, E. Bick’den süpervizyon almış ve  uzun yıllar Tavistock Kliniğinde çalışmıştır.

Makale Meltzer’in, kendisinden süpervizyon alan A. Mason’un vakası üzerine yorumlarından oluşuyor; yazarın cinsellik evreleriyle ilgili kuramının ve eşcinsellik hakkındaki görüşlerinin gelişimini sergiliyor. Süpervizyon vakasının ilgili kısımları da yayına dahil edilmiş. Taslağın nasıl bulunduğuna dair hayli ilginç öyküyü ise M. Rustin’in Meltzer’in Cinselliğe Yaklaşımı Üzerine Kısa Bir Yorum başlıklı sunuş metninde ve A. A. Bronstein’in makaleye eşlik eden “Giriş Yazısı”nda okuyabilirsiniz.

***

Kitapta psikanaliz tekniğinin kuramına dair farklı görüşleri bir araya getiren ve klinik çalışmayı örneklendiren Çağdaş Sohbetler bölümü altında 3 metin okuyacaksınız. B. Ithier’nin ayrıntılı vaka sunumunu da içeren Kimeraların Kolları makalesi ile onun yorumunu yorumlayan B. Reis’ın Canavarlar, Düşler ve Delilik: “Kimeraların Kolları” Üzerine Yorum ve J. Abram’ın Béatrice Ithier’nin “Kimeraların Kolları” Makalesi Üzerine Bir Yorum çalışmaları. Ithier, metnini M. de M’Uzan’ın kimera, T. H. Ogden’in “analitik üçüncü” ve Winnicott’un çizmece oyunu (squiggle) arasında kurduğu paralelliklere dayandırıyor. Hasta tarafından temsil edilemeyen ve seansta söze dökülemeyen deneyimi analistin işlemesinin yollarından biri olarak kimera’ya getirdiği yorumda kimera’yı zihinsel bir çizmece oyunu gibi ele alıyor.

Analistin hastanın simgeleşemeyen deneyimlerini temsile kavuşturma çalışmasına odaklanan diğer iki metin D. Birksted-Breen’in Biokülarite, Psikanalistin İşleyen Zihni makalesiyle R. Josef  Perelberg’in Olumsuz Varsanılar, Rüyalar ve Varsanılar: Çerçeveleyen Yapı ve Analitik Ortamdaki Temsili başlıklı çalışması. Bion’un “binokülarite” kavramına atıfta bulunan Birksted-Breen analistin tutumunu “bioküler” dikkat biçimiyle tanımlıyor. Hayallemeyle analiz etme işlevlerini bir araya getiren bioküler dikkatin “’gölgede’ kalmış veya temsil edilmemiş deneyimlerin öne çıkacağı, önce resimsel sonra fikirsel olarak şekillendirileceği ruhsal alanın geliştirilmesi için gerekli” olduğunu vurguluyor.  Yazar görüşlerini bir analizden çok etkileyici bir kesitle örneklendiriyor.

Josef Perelberg ise haftada beş seansla yürütülen bir analizde hastanın varsanımsı deneyimlerinin anlamını inceliyor. Analitik karşılaşmanın dramatik doğası üzerine düşüncelerini A. Green’in görüşlerine dayandıran yazar, çerçeveleyen yapının ve olumsuz varsanının zihnin yapılanmasındaki rolüne odaklanıyor. Bu makalede Green’in “olumsuzun çalışması” kavramını işleyen yazar “yıkım” ve “yaratım” konusunu genişleten bir katkı sunuyor.

***

Kitapta ayrıca günümüzün can alıcı meselelerinden biri olan mülteci sorununa ilişkin çok zengin bir çalışmaya yer verdik. M. Leuzinger-Bohleber ve arkadaşlarının Frankfurt Sigmund Freud Enstitüsü bünyesinde, başka kurumlarla işbirliği içinde yürüttüğü çalışmayı özetleyen ve sonuçlarını bildiren bu makale Psikanalizin Güncel Mülteci Krizine Katkısı Ne Olabilir?

ADIM ADIM’dan Ön Bildiriler: Bir “Ön Kabul Kampındaki” Mültecileri Destekleyen Psikanalitik Bir Pilot Proje ve Travma Yaşayan Mültecilere Kriz Müdahaleleri başlığını taşıyor. ADIM ADIM projesi ve Leuzinger-Bohleber ve arkadaşlarının çalışması güncel travmayla ilgili psikanalistlerin katkılarının ne denli önemli olduğunu gözler önüne seriyor. Bu katkının ülkemizde mültecilerle yapılan çalışmalarda klinisyenlere ilham vereceğine inanıyoruz.

Son olarak bu yıl da derlememizde bir psikanalitik film incelemesine yer verdik: Ida’nın Hikâyesi: Yas Değil Selamete Ererek Kurtuluş. Polonyalı psikanalist Maciej Musiał makalesinde Pawel Pawlikowski’nin ödüllü filmi Ida’yı inceliyor. Polonya’da Holokost sırasında ebeveynlerini kaybeden Ida’yla teyzesinin ağır kayıplarını ve çatışmalarını konu alan filmin analizi sevilen nesnelerin erken ve ani kaybının nasıl yas tutmayı engelleyen kahredici bir acı verdiğine odaklanıyor. Filmin ve makalenin mercek altına aldığı kayıp, yas ve travma konusu ise bu kitaptaki tüm makaleleri alttan alta kat eden temel meselelerden birini oluşturuyor kuşkusuz.

***

The International Journal of Psychoanalysis’teki güncel makalelerin bir kısmını PEP’te yer alan IJP Open kısmında, yayımlanmadan önce okuyabileceğinizi ve yorumlarınızla makalelere katkıda bulunabileceğinizi hatırlatmak isteriz.

Önümüzdeki yıl 10. sayımızda yine zengin bir içerikle ve bu defa 10. yıla özgü farklı bir etkinlikle okurlarla buluşmayı planlıyoruz.

Verimli ve keyifli okumalar dileriz.

 

Nilüfer Erdem

Türkçe Yıllıklar Editörü ve Avrupa Yıllıkları Baş Editörü

 

 

 

[1] Roussillon, R. (2016). “Birincil Simgeleştirme Üzerine Çalışmaya Giriş”. Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2016: Ölüm Dürtüsü. İstanbul: İstanbul:  Bilgiyay.

Roussillon, R. (2014). “Dürtülerin Bağlanması ve
Bağlanamamasında Nesnenin İşlevi”. Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2014: Psikanalizde Fransız Okulu.  İstanbul: Sel Yayıncılık.

SUNUŞ: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2017 için yorumlar kapalı

Filed under Çağdaş psikanaliz makaleleri, IJP Yıllık, Yıllık 2017

2017 Yıllığı Yayına Hazırlanıyor

Yıllığın 2017 seçkisi Yıkım, Yeniden Yaratım ve Cinsellikler tematik başlığını taşıyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’nın Psike İstanbul Psikanaliz Kitaplığı dizisinden, yaz sonunda kitapçılarda olacak.

İÇİNDEKİLER

Sunuş  NİLÜFER ERDEM

Yıkıcılığın Yeniden Değerlendirilmesi: Winnicot’un “Nesne Kullanımı ve Özdeşleşmeler Yoluyla İlişki Kurma” Makalesi Üzerine – THOMAS OGDEN

Yüceltme Üzerine – GIUSEPPE CIVITARESE

Çağdaş Sohbetler: Kimeraların Kolları – BÉATRICE ITHIER

Çağdaş Sohbetler: Canavarlar, Düşler ve Delilik: “Kimeraların Kolları” Üzerine Yorum – BRUCE REIS

Çağdaş Sohbetler: Beatrice Ithier’nin “Kimeraların Kolları” Makalesi Üzerine Bir Yorum –JAN ABRAM

Biokülarite, Psikanalistin İşleyen Zihni – DANA BIRKSTED-BREEN

Olumsuz Varsanılar, Rüyalar ve Varsanılar: Çerçeveleyen Yapı ve Analitik Ortamdaki Temsili – ROSINE JOZEF PERELBERG

Eşcinsellik Konusu Üzerine: Freud Ne Demişti? – SARA FLANDERS, FRANÇOIS LADAME, ANDERS CARLSBERG, PETRA HEYMANNS, DESPINA NAZIRI ve DENNY PANITZ

Meltzer’in Cinselliğe Yaklaşımı Üzerine Kısa bir Yorum – MARGARET RUSTIN

ARŞİV ÇALIŞMALARI : Donald Meltzer’in Cinsellik Üzerine Yayımlanmamış Taslak Makalesi

Psikanalizin Güncel Mülteci Krizine Katkısı Ne Olabilir? ADIM ADIM’dan Ön Bildiriler: Bir “Ön Kabul Kampındaki” Mültecileri Destekleyen Psikanalitik Bir Pilot Proje ve Travma Yaşayan Mültecilere Kriz Müdahaleleri – MARIANNE LEUZINGER-BOHLEBER, CONSTANCE RICKMEYER, MARIAM TAHIRI, NORA RETTICH ve TAMARA FISCHMANN

Ida’nın Hikâyesi: Yas Değil Selamete Ererek Kurtuluş – MACIEJ MUSIAŁ

ÇEVİRENLER: Aslı Day, Bella Habip, Cemile Gürdal,  Ebru Salman, Ecem Çoban, Melis Tanık Sivri, Meltem Temiz, Nilgün Taşkıntuna, Nilüfer Erdem, Şeyda Sunar Postacı.

2017 Yıllığı Yayına Hazırlanıyor için yorumlar kapalı

Filed under Çağdaş psikanaliz makaleleri, IJP Yıllık, The International Journal of Psychoanalysis Turkey, Yıllık 2017

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2016 kitapçılarda!

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’nın ana teması “Ölüm Dürtüsü” olan 8. sayısı çıktı.

Freud’un (1920) Uygarlığın Huzursuzluğu’nda ortaya attığı, psikanaliz literatüründe tartışmalı kavramlar arasında yer alan (Laplanche ve Pontalis, 1967) ölüm dürtüsü kavramına günümüz psikanaliz yazarları nasıl bakıyor? Klinik olarak bugün hâlâ bu kavrama ihtiyacımız var mı? Ölüm dürtüsü kavramı bireysel ve kitlesel saldırganlığı ve yıkıcılık eğilimlerini açıklamakta yardımcı olur mu?

2016 Yıllığı, son yıllarda ülkemizde ve dünyamızda giderek yayılan yıkıcılık dalgasının düşündürdüğü soruları psikanalitik kuramın içinden ele almayı sağlayan makalelerin yanı sıra klinik temelli, çağdaş psikanalizin kavramsallaştırmalarını içeren ve disiplinlerarası okumalara açık metinleri içeriyor.

 

 

yillik-2016-kapak

Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2016 kitapçılarda! için yorumlar kapalı

Filed under IJP Yıllık