Bu yazı Adela Abella’nın “Çağdaş Sanat ve Hanna Segal’in Estetik Üzerine Düşünceleri” makalesi üzerine yazılmıştır. Makaleyi okumak için: Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2011, İstanbul, Sel Yayıncılık.
Sanat ile psikanalizin alışverişi Freud’un sanatçılara karşı duyduğu ilgi ve merak ile başlar denilebilir. Bu alışverişi Freud’un çevresinde sanata ve edebiyata düşkün birçok takipçinin olmasına borçlu olduğumuz gibi, Freud’un edebiyat, resim ve heykel alanında ortaya çıkardığı eşsiz metinlerin yepyeni bir alanın temellerini attığını da ileri sürebiliriz.
İşte İsviçreli psikanalist Adela Abela’nın Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’nda yer alan “Çağdaş Sanat ve Hanna Segal’in Estetik Üzerine Düşünceleri” adlı makalesi Freud’un açtığı yoldan devam ederek, sanatı, özellikle de çağdaş sanatı psikanalitik düşünce ile buluşturan ilginç bir çalışma. Yazar bu çalışmasında Freud ve Melanie Klein’ın takipçisi Hanna Segal’in sanata dair düşüncelerindeki benzerlik ve farklılıkları inceler ve çağdaş sanattaki hakikat arayışını ve yeni düşünme yolları konusunda kendi görüşlerini ileri sürer.
Freud’a göre “güzellik” arayışı sevilen, yüceleştirilen cinsel nesneye karşı beslenen cinsel arzunun yüceltilmesi ve kültürel alana dâhil edilmesidir. Bu kültürel edim aynı zamanda cinsel arzunun temel nesnesinden de vazgeçmedir, onun yasını tutmadır. Her ne kadar Freud daha ileri yıllarda ölümü, narsisist tümgüçlülüğü ve saldırganlığı da sanat eserini tetikleyen unsurlar olarak belirtmişse de bunlar onun için ikincil düzeyde kalır ve temelde Freud’a göre cinsel arzunun yüceltilmesi yani cinselliğin başlangıçtaki arzuyu gerçekleştirme hedefinden sapıp kültürel edimlere yönelmesi başattır.
Freud’un çalışması ağırlıklı olarak sanatçının ruhsallığını ve bilinçdışı düşlemlerini içerirken Hanna Segal’in çalışması sanatçıdan çok sanat eseri üzerinedir. “Estetiğe Psikanalitik Bir Yaklaşım” başlıklı çığır açıcı makalesinde, yenilikçi ve etkili bir sanat kavrayışı ortaya koyar. Segal’e göre sanat pratiği, sevdiğimiz nesneye verdiğimizi hissettiğimiz ya da düşlemlediğimiz zararın onarılmasına imkân sağlar: “[…] yaratıcılık gerçekte bir zamanlar sevilmiş ve bir zamanlar bütün olan, ama şimdi kayıp ve harap olmuş bir nesnenin, harap olmuş bir iç dünyanın ve kendiliğin yeniden yaratılmasıdır”. Dolayısıyla, sanatsal faaliyet “sevilen nesneyi benliğin dışında ve içinde kurtarma ve yeniden yaratma” çabası olarak görülebilir ki bu da, simge oluşumunun eşlik ettiği başarılı bir yas çalışmasını içerir. Bu sürecin sonucu, dışarıda, bir sanat eseri biçimi kazanmış “yepyeni bir gerçekliğin yaratılması”, aynı zamanda benliğin zenginleşmesi, yeniden bütünlenmesi ve canlanmasıdır.
Adela Abela ise estetik hazzın doğasına yoğunlaşır ve bu bağlamda sadece güzelliğe değil çirkin olana da yer verir. Çirkin olan şey, yani düşlemde hırpalanmış, zarar görmüş nesnenin doğasına değgin Segal’in tespitinden hareket eden yazar çağdaş sanatı ele alır ve onun, ille güzellik, ahenk, denge gibi klasik değerleri yakalamanın peşinde olmadığını vurgular. Hatta tam tersine, çağdaş sanat en yoğun, en etkili ve güçlü ifadeyi bulmaya çalışırken, çoğu zaman en ham haliyle çirkinliği, şiddeti ve düzensizliği, ya da anlamsız, rastlantısal ve geçici olanı içeren biçimsel araçları kullanabilir. Yeni bir güzellik anlayışı getiren çağdaş sanatın önde gelen isimlerinden Marcel Duchamp’ın işlerine gönderme yaparak sanatın sadece güzelliğin, duyusallığın ve görsel hazzın dünyası değil, özgür düşünmeyi ve yeni hakikatlerin, yeni fikirlerin de keşfini sağlayan bir alan olduğunu vurgular. Keza John Cage’in müzikal performansına da gönderme yapan yazar, sanatçının sanatı kendini ifade edeceği bir araç olarak değil, dinleyicide değişimi ve dönüşümü sağlayan bir etkinlik olarak tarif etmesinin altını çizer ve Bion’un ruhsallıktaki dönüşüm üzerine olan düşünceleri ile bir paralellik kurar.
Bella Habip
Resimler: Marcel Duchamp, Hanna Segal ve “Tepe Tıraşı” M. Duchamp 1919.